Meşveret, yâni danışmak, insanı pişmân olmaktan ve zarardan koruyan bir kale gibidir. Bilhassa mühim işlerde, akıllı ve dînini bilen kimselere danışmak lâzımdır. Peygamber Efendimiz, Eshâbı ile çok meşveret ederdi. Peygamber Efendimizin, işlerini istişâre ile yaptığını gören Sahâbe-i kirâm da O'nun yolunu takip etmişler, onlar da bütün işlerinde istişâreler yapmışlardır. Bundan önceki makâlelerimizde temâs ettiğimiz gibi, hem Peygamberimizin, hem de Eshâb-ı kirâmın bu durumuna, Kur'ân-ı kerîmde işâret buyurulmuştur. Peygamber Efendimiz ve Dört Halîfe devrinde hiçbir iş, şûrâ dışı bırakılmazdı. Bir konudaki farklı görüşlerden, çoğunluk tarafından tercîh edilene tâbi olunurdu. Halîfe (devlet başkanı) ile şûrânın görüşleri karşılaşırsa, ya o konuda mütehassıs (uzman) bir heyetin tercîh ve hükmüne uyulur veya çoğunluğun görüşüne tâbi olunur veya birinci derecede sorumluluk taşıdığı için Halîfenin görüşüne uyulurdu. Meşveret (istişâre) edilecek kimsenin, emîn bir kimse olması lâzımdır. Nitekim hadîs-i şerîfte; "Meşveret edilen kimse emîndir" buyuruldu. Yâni, onun doğruyu söyleyeceğine ve sorulanı başkalarından gizleye?ceğine emniyet olunur, güvenilir. Onun, doğruyu söylemesi vâcibtir. Meşveret olunacak kimsenin, insanların hâlini, zamanın ve memleketin şartlarını bilmesi lâzımdır. Buna "ilm-i siyâset=siyâset bilgisi" denir. Bundan başka, aklı, fikri kuvvetli, ileriyi gören bir kimse olması, hattâ sıhhati yerinde olması lâzımdır. Meşveret olunan kimsenin, bilmediğini veya bildiğinin aksini söylemesi günâhtır. Hatâ ile söylemesi günâh olmaz. Yukarıdaki şartları taşımayan biri ile meşveret edilirse, her iki tarafa da günâh olur. Dîn ve dünyâ işlerinde bilmeyerek fetvâ verene, melekler la'net ederler. Peygamber Efendimizin vefâtından sonra ilk Halîfe Hazret-i Ebû Bekir, şûrâ yoluyla seçildi ve Eshâb-ı kirâmın hepsi gelip ona bîat ettiler. Hazret-i Ebû Bekir, Peygamber Efendimiz zamânında toplanıp mushaf hâline getirilmemiş olan Kur'ân-ı kerîmin toplatılıp kitap hâline getirilmesine de şûrâ yoluyla karar verdi. Hazret-i Ebû Bekir, vefât etmeden önce diğer Eshâb-ı kirâmla müşâverede bulunduktan ve onların görüşlerini aldıktan sonra Hazret-i Ömer'in kendi yerine Halîfe seçilmesini teklif etti. Şûrâ usûlüyle ve istihlâf yâni yerine Halîfe tâyin etme yoluyla seçilen Hazret-i Ömer de Halîfeliği sırasında pekçok hususta şûrâya başvurdu. Hz. Ömer, istişâresiz iş yapmazdı. Zaman zaman, görüşmesi câiz olan kadınlarla da istişâre ederdi. Onun, Muhâcirler ve Ensârın ileri gelenlerinden ve Kureyş'in yaşlılarından meydana gelen bir "Şûrâ Meclisi" vardı. Ayrıca isteyen her Müslümanın katıldığı bir de "Genel İstişâre Kurulu" vardı. Mescitte cemâatle namaz kılındıktan sonra bir mes'ele cemâate anlatılır ve dileyen fikrini söylerdi. Bâzan özel şûrâya bundan sonra danışılırdı. İstişâre kurulunda bulunanlar, Hazret-i Ömer'den önce, fikirlerini râhatlıkla söylerlerdi. Hazret-i Ömer vefâtına yakın bir zamanda, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali, Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Hz. Sa'd bin Ebî Vakkâs ve Hz. Abdurrahmân bin Avf'tan (radıyallahü anhüm) meydana gelen şûrânın, içlerinden birini Halîfe seçmelerini vasiyet etmişti. Nitekim Hazret-i Osman, "Şûrâ" usûlüyle Halîfe seçildi. O da Halîfeliği müddetince yapacağı işleri istişâre ederek yaptı. Hazret-i Ebû Bekir zamânında kitap hâline getirilen Kur'ân-ı kerîmin çoğaltılarak İslâm ülkelerinin çeşitli merkezlerine gönderilmesi, şûrâda alınan karar netîcesinde oldu. Hazret-i Osman'ın şehit edilmesinden sonra Hazret-i Ali'nin Halîfe seçilmesi de şûrâ usûlüyle oldu. Hazret-i Ali de yaptığı işleri, Eshâb-ı kirâmın görüşlerine başvurarak gerçekleştirdi. Dört Halîfe devrinden sonraki devirlerde de, Halîfeye ve hükümdarlara yardımcı olan ve onların devlet-millet işlerini danıştığı belli vasıflara sâhip seçilmiş kimselerden meydana gelen "Şûrâ Meclisleri" vardı. Bu meclise, "Ehlü'ş-Şûrâ ve Ehlü'l-Hall ve'l-Akd" adı verilirdi. Emevî Halîfelerinin şûrâ meclisleri olduğu gibi, Abbâsîler zamânında da biri husûsî, diğeri umûmî olmak üzere iki çeşit şûrâ meclisi vardı. Birincisi Halîfe ve devlet ileri gelenleri ve büyük kumandanlardan meydana gelen şûrâ meclisi, ikincisi ise günlük işlerin görüşülüp karara bağlandığı şûrâ meclisiydi. Karahanlılar, Gazneliler, Bâbürlüler, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Büyük Selçuklular, Anadolu Selçukluları..... gibi Müslüman-Türk devletlerinde, "Dîvân" adı verilen şûrâ meclisleri kuruldu. Osmanlılar zamânında devlet ve millet işlerinin görüşülüp karâra bağlandığı "Dîvân-ı Âlî" veya "Dîvân-ı Hümâyûn" denilen "Şûrâ Meclisi" vardı. "Dîvân-ı Hümâyûn"da devlete âit, siyâsî, idârî, askerî, dînî, adlî ve mâlî işler, şikâyet ve dâvâlar görüşülüp ilgililer tarafından tetkik edildikten sonra karara bağlanırdı. Dîvân; hangi dîn ve millete mensûp olursa olsun, her sınıf halka, kadın-erkek herkese açıktı. Mes'eleleri mahallinde halledemeyen kimseler, "Dîvân-ı Hümâyûn"a mürâcaat ederlerdi. Ayrıca harp ve sulh gibi karârlar "Dîvân" tarafından verildiği gibi, bütün mühim devlet işleri de burada müzâkere edilir ve neticelendirilirdi.