Yıllar önce bir öğrenci, antropolog Margaret Mead’e bir kültürdeki medeniyetin ilk işaretinin ne olduğunu sordu.
Öğrenci, Mead’in cevabının balık kancası, kil çömlek ya da öğütme taşı gibi bir şey olmasını bekliyordu.
Ama hayır.
“Bir medeniyetin en eski işareti, kaynamış bir uyluk kemiğidir (femur).
Açıklaması şuydu:
Hayvanlar âleminde bir bacağınız kırıldığında ölürsünüz. Tehlikeden kaçamaz, su içmeye gidemez, avlanamazsınız. Yaralı bir hayvan, av olmaktan kaçamaz. Ve hiçbir hayvan, bacak kemiği iyileşecek kadar uzun süre hayatta kalamaz.
Oysa kırık bir uyluk kemiğinin iyileşmiş olması, şunu gösterir:
Birileri durmuş, o yaralı kişiye yardım etmiş, yarasını sarmış, güvende olacağı bir yere taşımış ve iyileşene kadar onun yanında kalmıştır…
Mead der ki:
“Zorluk içindeki birine yardım etmek, medeniyetin başladığı andır!
Ve biz,
En iyi hâlimizi, başkalarına hizmet ettiğimizde gösteririz…”
***
Tolstoy’un hikâyesinde, fakir bir köylü cömertliğiyle bilinen bir kraldan toprak ister.
Kral der ki:
Köylü sevinçle kabul eder. Sabah yola koyulur. Sulak araziler, meyve bahçeleri, pınarlarla dolu verimli topraklar görür. “Buralar ne güzel yerler!” diyerek durmadan ilerler…
“Yetişemezsem hepsi boşa gider!” diyerek koşmaya başlar.
Kral, onun için bir mezar kazdırır. Bir çubukla toprağı işaret eder ve der ki:
Var herkesin bir imtihanı… Er geç yaşayacak herkes, gücü miktarınca payını…
M. Akif Ersoy’un da dediği gibi;
“Bil ki, bir mezar taşıdır insandan yarına kalan/Ve unutma, onu da başkası yaptırır, gerisi yalan…”
Halime Gürbüz'ün önceki yazıları...