Millî Ressam Hoca Ali Rıza

A -
A +

Süheyl Ünver anlatır: Mercan Lisesi'ndeyim. Hocam Binbaşı Kemal Bey resme olan merakımın farkında... Hevesimi artırmak için gitmiş, Hoca Ali Rıza'ya iki karakalem çizdirtmiş. Müthiş bir hediye, gel de çıldırma! Aradan yıllar geçti Tıbbiyeye başladım. Bir gün üstadım Tuğrakeş İsmail Hakkı Beyden rica ettim: "Beni Hoca Ali Rıza ile tanıştırsana!" Yola düştük, Üsküdar İskelesi'nden Ayazma istikametine saptık, bir ahşabın kapısını tıklattık. Bizi şirin bir odaya aldı, dolapta hocası Seyyid Bey'den kalma yadigarlar. Çocuklar için hazırladığı cep defterleri, cilbentler, üç beş sandalye, tertemiz bir karyola... Hakkı Bey beni "Hattat Şevki Efendi'nin torunu" diye takdim etti. Alâkalandı, hatıra defterlerini mi açmadı, albümleri mi yaymadı, müştak nazarları ile içimi ısıttı âdeta. Sonraları sıkça görüşmeye başladık, bana hat, tezhip, resim üzerine çok şey kazandırdı. Sanattan konuşmadığımız günler de oldu ama bu dindar insandan fazilete dair şeyler sızardı daima. Nev'i şahsına münhasır Ellibeş yıllık sanat hayatına beşbin küsur resim sığdıran Hoca Ali Rıza ekol sahibiydi. Onun eserlerinde, başka bir ressamın tesirini aramak, elmasta leke aramaya benzer ki beyhude yorgunluktur... Ağırlandığı evlere, lokmasını yediklerine minnet duyar özene bezene bir resim yapar hatıra bırakırdı. İnsanlara yük olmaktan pek sakınırdı. Memlekete bağlıydı, bu topraklara ve hassaten İstanbul'a âşıktı. Şimdi üzerinde tarih küllerinin savrulduğu abide ve harabeleri, çarşıları, çeşmeleri resmeder, sonraki nesillere aktarırdı. Bizden de aynısını ister, bu fikre inanırdı. Anadolu'yu da dolanmış. Değirmendere, Karamürsel, Gebze, Yenişehir taraflarında Türklüğe dair izler bulmuş, resimlerini yapmıştı. O devirde boyalar pahalıydı, zor alınırdı. Beyoğlu esnafı arasında Frühtermann adında bir Alman vardı, Rıza Bey'e kolaylık sağlardı. Bayatlayan, suyu kaçan, çatlayan tüpleri atmaz kenara ayırırdı. Hoca, onları alır, ezer, yeniden ıslah edip kutulardı. Bu boyaları kağıda sürer, yarısını kapatır diğer yarısını da güneşte tutardı. Açıkta bırakılan tarafta solma ağarma varsa kullanmazdı. Bunları acemi talebeye dağıtır, "bakın solar haa" der, ikazını yapardı. Azıcık eli yatanlara kendi kullandıklarından verirdi, güzel işleri methederdi, emeğe saygılıydı. Bir gün, resmimi beğenmiş ve "Ben buna icazet veriyorum" demişti hiç unutmam. 'En değerli hoca, en kolay öğretendir' der, öyle olmaya çalışırdı. Ona göre bir şeyler çizenler (hat, tezhip, resim) daha dikkatli, daha becerikli olurlardı. Hikmet nazarı ile bakar, güzellikleri yakalarlardı. Resim dersinden maksat da buydu aslında, yoksa herkes ressam olacak değildi ya... Hoca, muhteşem meydanlardan muazzam binalardan ziyade dar sokakları, yan yatmış ahşapları arardı. Zira ecdadın semtinde asalet, samimiyet, ruhi zenginlik vardı. Fakirane lakin saadetle yaşanan mahallelerde dolanır, bu mesud hayatın maddi imkansızlıklarla ödendiğini anlatırdı. Ve Süheyl Ünver sözünü "Bir insan iki defa ölmez ki" diye tamamlar "ben öldüm. Hocam Ali Rıza Bey'in vefatı günü öldüm. Beni de onunla birlikte alıp götürdüler, toprağa gömdüler." Fareli evin kiracısı Hoca Ali Rıza mütevazı yaşar, doğru dürüst bir ev kiralayacak kadar varidatı yoktur, postu mecburen fareli viranelere yayar. Merhamete bakın, delik önlerine ekmek, peynir, su bırakır. Hayvancıkların karnı doyunca ortalıkta cirit atmazlar. Kiracıların bir hafta duramadıkları evde yıllarca oturur, bu işe mülk sahibi de şaşar. Hizmetini gören bir kadıncağız vardır ama gün gelir eli darlanır. Şimdi nasıl "git" desin ona. Aklına taşınma bahanesi gelir, arabayı yükler, kadınla vedalaşırlar. Üsküdar'da hayli dolanır, gece karanlığında döner, eşyaları gizli saklı içeri sokar. Bir ara İttihatçılar "bize katıl" çağrısı yaparlar. Hoca Ali Rıza "Hay hay" der, "lakin ölmek var, öldürmek yok!" Bakarlar fazla yufka yürekli, yakasını bırakırlar. Misafir kaldığı bir evde tahtakurularının saldırısına uğrar, kanını emen parazitleri incitmeden toplar, götürüp kuytuya atar. Çok konuşmaktan hoşlanmaz, bayram ziyaretlerinde gevezelere el kadar lokum verir ki, hiç değilse yiyene kadar sussunlar. Yani ağzı var dili yok bir adam. Haşerata bile kıyamayan bir ressam. Gelgelelim o yıllarda rejim ilke inkılap vehimleri doruktadır. Birileri Hoca Ali Rıza'dan nem kapar "Sen Cumhurbaşkanımıza suikast mı hazırlıyorsun" der, hayatını karartırlar. Sebep de incir çekirdeğini doldurmaz. Kızı Kadriye, kocasına iş bulabilmek için Çankaya'ya "Yıldız" imzalı bir mektup yazar. Randevu verilir, ancak Dahiliye Vekili Şükrü Kaya yokuş yapar. Kadıncağız görüşme umudunu kaybedince, dışarı çıkar. "Vay efendim çıkacaktın niye girdin? Bunun içinde bir iş var!" İhanet-i vataniye Soruşturmalar... Zabıtlar... İş Üsküdar'a uzanır azmettirici olarak yaşlı ressamı tespit eder (!) "ihanet-i vataniye"den içeri alırlar. Komplo teoriciler Hoca Ali Rıza'nın Suriye'de yaşayan Hanedan üyeleriyle teması olabileceğinden yola çıkar, oturup senaryo yazarlar. Hatta, "Bursa cezaevinden Çerkez'i kaçırmaya teşebbüs" iddiasıyla tutuklananlarla irtibatlandırır, tabiri caizse kambura yatarlar. Sultan Ahmet Ameli Hayat mektebinde gönüllü öğretmenlik yapan yaşlı sanatkârı (72) haftalarca izbelerde tutar, bunaltasıya sorgularlar. Sinirlerini laçka etmek için salar, bi daha tutuklarlar. Mahkeme serbest bırakmış kimin umurunda... Hoca Ali Rıza 1929 yılı boyunca bu gaile ile uğraşır. Mahkeme ikinci defa suçsuzluğuna karar verir ama ne fayda. O binlerce tablo yapan eli tutmaz olduktan sonra... "Felç!" O zamanlar nüzul (inme) diyorlar... Üzüntü sıkıntı, üzüntü sıkıntı, nihayet beyni kanar ve... Ve malum akıbet. Kına yaksınlar. Bakın şu işe ki, gözlerini hayata açtığı Üsküdar'da yumar (1930). Cenazesi Üsküdar Nasuhi Dergâhından kalkar, Karacaahmed'e bırakırlar.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.