Futbol dünyasının 1998'den bu yana saha içi patronu, milli takımlar bazında, hiç kuşkusuz Fransa Milli Takımı'dır. Kulüpler bazında ise en çağdaş takımı da UEFA Kupası'nı kazanan Fatih Terim'li Galatasaray idi. Şimdi bu görüşümüzü açalım. 1970'te Meksika'da organize edilen Dünya Kupası'nı kazandıktan sonra, bir yeni başarı için tam 24 yıl bekleyen Brezilya bu sürecin sonunda da aynı zamanda ön liberolu dörtlü alan savunması modelini dünyaya sunmuştu. Yani dörtlü savunmanın çok fazla adamlı orta saha varyasyonunu... Bu yeni sistemi en çabuk kavrayan ve adaptasyon devresinde ya da mücadele platformunda tempo yükselterek, saha daraltarak sahneye koyan Fransa Milli Takımı oldu. Fransa bu sayede hem 1998 Dünya Kupası'nı, hem de 2000 Avrupa Futbol Şampiyonası'nı üst üste kazanarak bir rekora imza koydu. Şimdilerde de aynı Fransa'nın aynı felsefe ile ara ara yenilediği takımı 2002 Dünya Kupası'nın, hatta hatta ondan sonraki 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası'nın bir numaralı favorisi konumuna gelmiştir. Kulüpler bazında da Brezilya'nın 1994 Dünya Kupası'nda sunduğu yeni sistem, Fatih Terim'li Galatasaray'la yüksek tempo, dar alanda agresif oyun, dolayısıyla rakibi baskı altında tutma yenilikleriyle Avrupa'yı kasıp kavurdu. Galatasaray, bu özellikleriyle UEFA Kupası'nı 9 maç hiç yenilmeden kazandı. Bu süreç içinde bir İtalyan, bir Alman, bir İspanyol ve iki de İngiliz temsilcisi dize getirildi. Gerçi İspanyol ve İngiliz temsilciler de dörtlü savunmayla oynuyorlardı ama, ne Galatasaray gibi pres yapabiliyorlar, ne de oyunu dar alana sıkıştırarak güçlerini ekonomik kullanıp rakibi baskı altında tutabiliyorlardı. Futbolda yenilik peşinde koşmayanın hali haraptır. İşte Brezilya kendi icadı olan yeni sistemi, biraz oyuncularının özellikleri, biraz da hocalarının dar ufuklu oluşu yüzünden daha büyük zaferlere taşıyamadı. Güney Amerika eleme grubunda da hali içler acısıdır. Öylesine ki, belki de tarihinde ilk defa Dünya Kupası finallerine katılamama tehlikesi ile burun burunadır. Yukarıda da değindiğim gibi Fransa ve Galatasaray bu sisteme varyasyonlar katarak, oyuncu özellikleriyle tempo yükselterek, her sistemde olduğu gibi bunda da bulunan riskleri, zaafları en aza indirmişlerdir. Ama şimdi bu iki futbol topluluğundan sadece Fransa aynı felsefe ve içerikle yoluna devam etmekte, Galatasaray ise geriye dönmenin girdabı içinde alabildiğine inanılmaz şekilde sürat kazanmaktadır. Yani Terim'li Galatasaray'dan, Parreira'sız kalmış Brezilya'ya doğru hayli can sıkıcı, üzücü, kahredici bir yol alış gözlemlenmektedir. Yazık! DİP NOT Bir son dakika notu: Bu yazıyı sevgili dostum Mazlum'a verdiğimin gecesi Galatasaray, Grasshoppers'la sezonun ilk maçını oynadı. 90 dakikanın başından sonuna kadar beni ve futbolu çağdaş gözle izleyenleri sevindiren bir gelişime tanık oldum. Okan'sız, Emre'siz, Fatih'siz, Hagi'siz kalmış Galatasaray yine ön liberolu dörtlü alan savunmasıyla oynuyor ve de Lucescu ile aylardan sonra ilk defa oyunu presle dar alana sıkıştırabiliyordu. Şayet bu format Fatih Terim dönemindeki gibi bütün sezon yeşil sahaya yayılacaksa yazımın başlığındaki 'sıfır'ı alıp yutmaya hazırım. Bu arada Galatasaraylı Ergün de Star TV'ye bir gol daha attı. Starcılar "Galatasaray 3-5-2 oynuyor" diye tutturdukça tutturdular ama Ergün oyundan alındıktan sonra saha kenarında yapılan kısa söyleşide "Hayır geçen sezonki gibi dörtlü oynuyoruz" diye tiyatroya yeni oyuncular kazandırdı.