İstanbul elmas madeni gibi
17 Aralık 2007 01:00
İstanbul Ticaret Odası Başkanı Murat Yalçıntaş: "Elmas madeni değerlidir ancak daha da değerli hale getirmek için onu işlemek ve kesmek gerekir. Ancak o işçilikten sonra elmas, elmas olur. İstanbul'u ekonomik anlamda ileriye götürebilmek için bu elması biraz daha fazla çıkartıp üzerinde çalışmamız lazım."
Alternatif Bakış'a bu haftaki konuğum İstanbul Ticaret Odası Başkanı Murat Yalçıntaş oldu. İstanbul Ticaret Odası gibi dünyanın sayılı ticaret odalarından birinin başında olan Murat Yalçıntaş, genç yaşında birbirinden başarılı çalışmalara imza atmış bir isim. Ancak bu başarı kendisine tevazu ve muhabbet olarak yansımış. Öyle ki, kendisi ile ilk defa tanışmama rağmen göstermiş olduğu yakın ilgi ve muhabbet, söyleşimizi bir ağabey kardeş sohbetine çevirdi. Yaklaşık 1.5 saat süren sohbetimizde kendisi ile birçok konuyu konuştum. Kendisine sorduğum bütün soruları klasikleşmiş cevaplar yerine ekonomik veriler ışığı altında farklı yaklaşım tarzları ortaya koyarak cevaplandırdı. Başkan Yalçıntaş'ın yanından ayrılırken gelecek yıllarda ismini çok daha fazla duyacağımız ve konuşacağımız bir isimle tanışmanın mutluluğu ile ayrılıyorum. Umarım sohbetimizden sizler de keyif alırsınız. O zaman buyrun sohbetimize...
Başarılı bir iş adamlığının arkasından İstanbul Ticaret Odası gibi sadece ülkemizin değil, dünyanın en büyük ticaret odalarından birinin başına geçtiniz. Bu süreci bizimle paylaşır mısınız?
Boğaziçi Üniversitesi Makine Bölümü'nden mezun olduktan sonra master yapmak için yurt dışına gittim. ABD'de uluslararası işletme masteri yaptım. Bu esnada yaklaşık 2 sene kadar AB'ye bağlı bir kurumda, daha sonra da iki buçuk sene bir uluslararası kalkınma bankasında çalıştım. Türkiye'ye döndükten sonra kendi şirketlerimi kurdum. Fakat Anadolu'da bir tabir vardır, "Ön tekerlek nereye giderse arka tekerlek de oraya gider" diye. Ben de o dönemlerde babamın izinden gitmeye başladım ve cemiyet hayatına girdim. Ekonomi ağırlıklı sivil toplum kuruluşlarında görev aldıktan sonra bir müddet siyasetle uğraştım. Ve en sonunda İstanbul Ticaret Odası Başkanlığı görevine aday oldum. Tabii bu görev çok şerefli bir görev ve sizin de dediğiniz gibi İTO Türkiye'nin en büyük, dünyanın da beşinci büyük ticaret odası durumunda. Şu anda 350 bin üyemiz var. Böyle bir kurumun başkanlığını götürmek son derece şerefli ve dikkat isteyen yorucu bir görev. Elimden geldiği kadar bu görevi götürmeye çalışıyorum.
Cevaplamamız gereken soru
Bir iş adamı olarak ülkemizin ekonomik durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Herhangi bir şeyi analiz ederken mutlaka geniş bir perspektiften bakmak lazım. Ancak bunu yapabilirseniz hem dünü, hem bugünü, hem de yarını gözlemleyebilirsiniz. İşte bu sebeple Türk ekonomisine bakarken mutlaka geçmişle birlikte değerlendirmek gerekiyor. Biliyorsunuz, 2001 yılında çok büyük krizler yaşadık. Ancak o yıllardan sonra özellikle makro ekonomi alanında ciddi bir toparlanma oldu ve bugüne baktığımız zaman şunu görüyoruz ki; son 5 yılda ortalama %7.2 oranında bir büyümeyi yakalamış durumdayız. Aynı zamanda birçok makro ekonomik veriyi de hem sabitledik, hem de istikrara kavuşturduk. 2006 yılına baktığımızda ortalama yüzde 7.2'lik bir büyümeyi görürken, 2007 yılında bu rakamın %5'in biraz altına düştüğünü görüyoruz. Demek ki, Türkiye'nin büyümesi yavaşlamış. 2008 için bizim yapmamız gereken; "Nasıl oldu da yüzde 7'leri yakaladık" sorusunu cevaplamamız gerekiyor.
Büyümenin kaynağı özel sektör
Peki size göre Türkiye'nin bu büyümeyi sürdürmesi için nelere dikkat etmesi gerekiyor?
-Türkiye'nin sürdürülebilir büyümeyi devam ettirmesi ve dünyanın ilk 10 ekonomisinden biri olması için mutlaka yüzde 7'lik bir büyümeyi yakalaması gerekiyor. Çünkü bu durum halkın refah seviyesi ile doğrudan doğruya alakalı. Şu anki rakamlar 2007 sonunda Türkiye'nin yurt içi gayri safi milli hasılasının yaklaşık 490 milyar dolar olacağını gösteriyor. 70 milyon nüfusumuz olduğunu varsayacak olursak, bu rakam kişi başına düşen gayri safi yurt içi hasılanın yaklaşık 7000 dolar olacağını gösteriyor. Bu, güzel bir rakam. Gerilemeye baktığımız zaman ise 3 sektörde gerileme görülüyor. Bunlardan ilki tarım ki, yaklaşık yüzde 6 oranında geriledi. Halbuki tarım sektörü ülkemizde çok önemli. Ancak yaklaşık 2 milyon kişi tarım sektöründen sanayi sektörüne geçti. Bu da köyden kente göç demek. İkinci yavaşlayan sektör ise, inşaat sektörü ki bunda da %15'lik bir yavaşlama söz konusu. Ancak bu sektörün bu şekilde yavaşlaması normal. Çünkü büyük bir hızla büyümüştü. Üçüncü sektör ise yaklaşık % 4'lük oranla sanayi ve ticaret sektörü. 2001 yılı öncesine baktığımız zaman şunu görüyoruz: Türkiye hep kamu yatırımları ile büyümüş. 2001'den sonrasında ise sermaye artışında özel sektörün katkısı %87. Eğer Türkiye önümüzdeki yıllarda başarılı bir şekilde büyüyecekse bunun kaynağı özel sektördür.
Maliyetleri düşürmemiz lazım
Ancak özellikle son dönemde özel sektörün özellikle de ihracatçıların en büyük problemi kur düşüklüğü ve faiz oranlarının yüksekliği. İTO Başkanı olarak bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Söylediğiniz çok doğru. Bugün özellikle Türkiye'de ihracat yapanların kurdan dolayı çok büyük sıkıntıları var. Aynı şekilde normal piyasaya üretim yapanların da sıkıntısı var. Çünkü kur düşük ve ithalat çok fazla. Dolayısıyla yurt içinde ürettiğiniz malın maliyeti yüksek, ithal malın maliyeti ise düşük kalıyor. Ancak özel sektörün içinde bulunduğu durumun tek sebebinin kur olduğunu düşünmek bence yanlış. Yani işin birçok parametresi var. Türkiye'de 100 tane çivi çakılmışsa bunun 87 tanesini özel sektör çakmış. Ancak bugün özel sektörün yurt dışı borcu yaklaşık 140 milyar dolar. Yani özel sektörün bu büyümesinin ardında borçlanma var ki, cari açığın en büyük sebebi bu zaten. Ve özel sektör düzenli olarak yurt dışına borçlanıyor. Şimdi öyle bir resim var ki önünüzde; bir taraftan kur düşük ve ihracat yapamıyorsunuz; diğer taraftan da kuru birden bire çıkartırsanız devletin ve özel sektörün ciddi bir borcu var. Bence serbest piyasa ekonomisinde dövize müdahale etmemek lazım. Özel sektörün sıkıntısını azaltmak istiyorsak, işletmelerin maliyetlerini düşürmemiz lazım. Eğer bugün bir Türk işletmesi diyelim ki ucuza işçi çalıştırır, daha ucuza enerji kullanabilir ve yine finans olarak malı daha ucuza bulursa o zaman maliyetleri düşecektir.
Türkiye'nin kalbi
Ülkemizin ticari anlamda kalbi İstanbul ve bu kalbin merkezinde de siz varsınız. Size göre İstanbul bu ticari potansiyelini yeterli bir şekilde kullanabiliyor mu?
-Günümüz dünyasında şehirler arasında ciddi bir rekabet söz konusu. Sizin de söylediğiniz gibi İstanbul hakikaten dünya şehirlerinin içinde ayrı bir yere sahip. Doğal güzellikleri ve tarihi geçmişi ile bambaşka bir şehir. Yani İstanbul'da şanslı bir konumdayız. 3000 yıllık bir şehir İstanbul. Tarihi boyunca ticaret yollarının, siyasetin ve kültürün merkezi olmuş. İşte bütün bunları üst üste koyduğumuz zaman İstanbul hakikaten gerçek bir elmas. Elmas madeni değerlidir ancak daha da değerli hale getirmek için onu işlemek ve kesmek gerekir. Ancak o işçilikten sonra elmas, elmas olur. İstanbul'u ekonomik anlamda ileriye götürebilmek için bu elması biraz daha fazla çıkartıp üzerinde çalışmamız lazım. Bu konuda alt yapı çalışmaları çok mühim. Bir şehrin ticari olarak ilerleyebilmesi için şehirdeki alt yapının hem ulaşım hem de telekomünikasyon alanında oturmuş olması lazım. Bunun dışında şirket kurmadan mal edinmeye, bunları göndermeden, kazandığınız paranın transferine kadar tüm sistemin aksamadan işlemesi gerekiyor. Yani bu konularda biraz daha çalışmamız lazım.
Kongre turizmi şart
Çok merak ediyorum, İstanbul neden bir kongre merkezi olamıyor. Bu konuda dünyada birçok ünlü şehir var. Size göre bu konudaki eksiğimiz nedir?
-Size bu konuda katılmamam mümkün değil. Bakınız bir şehri şehir yapan ve ekonomik imajını yükselten üç parametre var. Bunlar; turizm, yabancı yatırımlar ve şehirde düzenlenen uluslararası organizasyonlar. Bugün Türkiye, dünyanın 8. büyük turizm ülkesi ve geçtiğimiz seneye nazaran Türkiye'nin turizm gelirleri çok ciddi anlamda arttı. 2007'nin ilk on ayında 21 milyon turist geldi ülkemize. İstanbul'da ise ilk on ayda 5 milyon turisti ağırladık. Yaklaşık %18'lik bir artış söz konusu. Peki turizmden gelirimiz ne kadar artmış? Sadece % 6.5. Yani Türkiye'ye gelen turistler daha az para harcamaya başlamış. Halbuki tam tersinin olması lazım. Bugün ülkemize gelen bir turist ortalama 864 dolar harcıyor. Bu rakamın çok daha yukarılara çıkması lazım. İşte burada kongre turizmi çok önemli. Çünkü İstanbul'a kongre için gelen biri, normal bir turistin harcadığının 3 mislini harcar. Demek ki İstanbul'a daha fazla otel ve kongre merkezi yapar, turistlerin geldiği zaman para harcama yapabilecekleri alt yapıyı oluşturabilirsek şehrin geliri artar. Yani bu konularda eksiğimiz var. Bugün Türkiye yabancı yatırım konusunda büyük bir mesafe kaydetti. 1950 ile 2003 yılı arasında Türkiye'ye gelen yabancı yatırım toplam 17 milyar dolarken, son 3 senede gelen rakam tam 36 milyar dolar. 2003 yılında eğer bir iş kurmak isteseydiniz ortalama 38 günde kurardınız. Bugün ise bir günde şirket kuruluyor. Tabii bunlar çok büyük bir fark oluşturdu.
İstanbul ve Anadolu birbirini besliyor
Siz, Anadolu ile de çok sıkı ilişkiler içindesiniz. Bugün İstanbul'dan Anadolu sermayesine baktığınız zaman neler görüyorsunuz?
-Birçok sefer Anadolu'ya gittik. İstanbullu iş adamlarımızı topluyor ve hep birlikte Anadolu şehirlerine gidiyoruz. Oradaki iş adamlarımızla bir araya geliyoruz. Böylece Anadolulu tüccarlarla İstanbullu iş adamlarını kaynaştırmış oluyoruz. Her ay mutlaka bir Anadolu şehrine gidiyorum. İstanbul, Anadolu'nun bir ebrusudur. Bakın 'mozaik' demiyorum. Mozaikte değişik parçalar vardır ve onların bütünü yeni bir resim ortaya çıkartır. Ancak orada her bir parçayı görürsünüz. Ebruda ise renkler birbirlerinin içinde erir ve yepyeni bir resim ortaya çıkarır. İşte İstanbul da böyle. Anadolu'nun renkleri İstanbul'da. Eğer Türkiye ileri gidecekse Anadolu İstanbulsuz, İstanbul da Anadolusuz yapamaz. Bizim İstanbul'da çaktığımız her çivi Anadolu'da yeşeren bir fidandır. Anadolu'da dikilen her fidan da İstanbul'da büyüyen bir ağaçtır. Eğer Türkiye'yi iyiliğe götüreceksek bu kalkınma hamlesinden mutlaka ama mutlaka Anadolu'nun da pay alması lazım. Bu gezilerimde şunu gördüm. Anadolu kaplanları hakikaten çok fedakâr, çok çalışkan ve işlerine dört dörtlük sahip çıkan büyük şirketlerden meydana geliyor.
Çin sadece tehdit değil aynı zamanda bir fırsat
Hiç şüphesiz ülkemizdeki üreticilerin en büyük problemi Çin. Ancak sizin bu konuda farklı bir yaklaşımınız var. Bunu anlatır mısınız?
-Memnuniyetle. Aslında herkes bana aynı şeyi soruyor: "Başkan perişan oluyoruz ne olacak bizim halimiz?." Arkadaşlarımızın çoğu Çin'i bir tehdit olarak görüyor. Evet, doğru Çin bir tehdit ancak her tehdit aynı zamanda da bir fırsattır. Eğer bu tehdidi fırsata nasıl dönüştüreceğimizi bilirsek Çin'den kazanç sağlarız. Ancak bunu yapamazsak da perişan oluruz. Türkiye olarak maliyet konusunda Çin'le başa çıkamayız. Ancak başka alanlarda yapacağımız işlerle başa çıkabiliriz. Bu da Çin'in etkin olmadığı ve bizim de avantajlı bulunduğumuz sektörlerde üretim yapmakla mümkün. Ülke olarak coğrafi bir yakınlık üstünlüğümüz var. Yani, Avrupa'da bir şirket "şu maldan istiyorum" dediği zaman Türk üreticisinin oraya mal yetiştirmesiyle Çinli'nin oraya mal yetiştirmesi aynı şey değil. Bir de Çin'i güzel bir pazar olarak görmemiz lazım. Çin nüfusunun %10'u bile size 100 milyonluk pazar demektir.
Standardı yükseltmek, AB'ye girmekten çok daha önemli
Ülkemiz ve iş dünyamızın üzerinde en çok durduğu konulardan biri de AB süreci. Sizin de bu konuda ciddi temaslarınız var. Neler söylemek istersiniz?
-Türkiye'nin AB süreci oldukça uzun bir yol. Zaman zaman bu yol yokuş aşağıya gidiyor ve hızlanıyoruz. Zaman zaman da yukarıya doğru gidiyor ve yavaşlıyoruz. Ancak her zaman devam ediyoruz. Fakat burada mühim olan ülkemizin standartlarını yükseltmek ve daha müreffeh bir ülke haline gelmesini sağlamak. İşte bunun için bu yoldayız. Geçenlerde Brüksel'de yaklaşık 25 gazeteci ile bir yemek yedim ve içlerinden biri bana "Sayın Başkan Türkiye'de her şey yolunda giderse, Türkiye AB'ye yaklaşık kaç sene sonra girer?" dedi. "Nerden baksanız 15-20 yılımız var gibi görünüyor" dedim. O da bana "Peki 20 sene sonra AB kalacak ve siz isteyecek misiniz buraya girmeyi?" diye sordu. Ben de kendilerine şunu söyledim: "Burada önemli olan; AB sürecine bağlı kalarak Türkiye'nin standartlarını yükseltmektir. Zaten o zaman AB bizim kapımızı çalacak ve diyecektir ki "gelin bize güç katın". O zaman da biz Türkiye olarak bakacağız. Eğer menfaatlerimize uygunsa gireriz. Eğer değilse girmeyiz."
KOBİ'ler rekabet için birleşmeli
- Ülkemiz ekonomisi açısından KOBİ'ler çok önemli. Bu konuda ne gibi projeleriniz var?
-Bugün ülkemizde makro ekonomiden kaynaklanmayan fakat dünyanın gidişatından kaynaklanan sıkıntılar var. Bugün dünyanın en büyük firmaları Türkiye'ye gelip yatırım yapabiliyor. Çünkü piyasalar büyüyor ve Türkiye dış dünyaya açılıyor. Ancak bunun da bir bedeli var ve bunu ödüyoruz. Bu durum en çok küçük ve orta ölçekli işletmeleri etkiliyor. Bir bakkalın bir süpermarketle hangi ekonomik politika uygulanırsa uygulansın rekabet etmesine imkan yok. Bugün Türkiye'deki işletmelerimizin %97'si küçük ve orta boylu işletmelerden meydana geliyor. Bunların pazarlama, üretim, nakit ve kredi alma sıkıntıları var. Peki nasıl ayakta kalacaklar? Bunun tek bir yolu var; o da bir araya gelmeleri, birleşmeleri. Biz bu konuda çalışma yaptık ve bunu da hükümete sunduk.