Ülke olarak, merhum Turgut Özal'ı kaybedeli tam 14 sene oldu. Kendisinin cenaze törenini hatırlıyorum da, Fatih Camii'nden başlayan insan seli, Anıtmezar'a kadar uzanıyordu. Türkiye'nin doğusundan batısına; kuzeyinden güneyine kadar her kesimden insan gözyaşları içinde ağabeyine, amcasına, babasına koşuyordu. Çünkü o, büyük düşüncelerin ve ideallerin insanıydı. O, ülkesine ve milletine sevdalı büyük bir devlet adamıydı. Yaptığı reform ve icraatlar ile Türkiye'nin vizyonunu değiştirmiş, ülkesinin bir 'dünya markası' haline gelmesini sağlamıştı. Ve aradan geçen 14 seneye rağmen tek bir gün dahi milleti tarafından unutulmadı. Merhum Özal'ı vefat sene-i devriyesinde rahmetle anıyorum. Nur içinde yatsın... Alternatif Bakış'a bu haftaki konuğum Mehmet Bülent Çaparoğlu ile Özal'ı, icraatlarını ve hedeflerini konuştum. Sayın Çaparoğlu, talebelik yıllarından başlayarak her dönemde Özal'a yakın olmuş ve kendisinin başbakanlık döneminde milletvekilliği yapmış bir isim. Umarım kendisi ile yapmış olduğum sohbetten keyif alırsınız. O zaman buyurun sohbetimize... Tam bir barışseverdi > Merhum Turgut Özal'a en yakın isimlerden biriydiniz. Kendisi ile ilk olarak ne zaman tanıştınız? Özal ile öğrencilik yıllarımda tanıştım. Kendisi, öğrenci evlerimize kadar gelir, bizlerle ilgilenir, sohbetlerde bulunurdu. Örneğin; "Kalkınmada Yeni Görüşün Esasları" isimli meşhur 30 sayfalık raporunu 1979 yılında Milli Kültür Vakfı'nda ilk defa bizimle mütaala etmiştir. O yıllar, anarşinin yaygın olduğu ve günde 20 kişinin öldürüldüğü senelerdi. Özal da Milli Kültür Vakfı'nın başkanı idi. Biz de kendisi ile talebe ve vakıf çalışmalarında sık sık birlikte oluyorduk. Rahmetli Özal, yaratılış itibariyle musalahayı severdi. Hatta bir konuşmasında, Arapça'da 'barış' demek olan 'selam' kelimesi ile İslam'ın aynı kökten geldiğini ve bunun da 'sulh' anlamında olduğunu, Fetih Suresinde Hudeybiye Anlaşması'nın, Müslümanların aleyhine gibi görülmesine rağmen zafer olarak nitelendirilmesini de İslam'ın sulhe ne kadar önem verdiği hususunda önemli bir kanıt olduğunu anlatmıştı. İşte bu inancının icabı Özal, gerek siyasi hayatında, gerek günlük hayatında, gerekse bürokrasi hayatında, velhasıl tüm hayatı boyunca sulh sever ve önceliği barış olan bir insan olarak karşımıza çıkar. Özal 10 bakana bedeldi > Turgut Özal'ı diğer liderlerden ayıran bariz vasıfları ne idi? Özal gibi tarihe mal olmuş bir insanı anlatmak çok zor bir mesele. Fakat Özal'ı incelediğimizde Özal'ı Özal yapan çeşitli özellikleri şöyle görmek mümkün; öncelikle o, Allah vergisi deha seviyesinde akıllı bir insandı. Yani muazzam bir akli kapasitesi vardı. Hatta o zamanlar bir vakıf başkanı bana, "bu Özal var ya on bakana bedeldir" dediğinde kendisi başbakanlık müsteşarıydı. Ayrıca kendisi, gelenek, görenek ve inançlara son derece saygılı ve bunların gereğini yerine getiren bir aileye mensuptu. Aile ortamı ve yetişme tarzı tek kelime ile mükemmeldi. Dört dörtlük bir aile eğitimi almıştı. Babasının devlet memuru olması hasebiyle, Türkiye'nin doğusunu ve batısını gezme imkanı bulmuştu. Bu sayede de Kayseri'den Antalya'ya, Diyarbakır'dan Mardin'e kadar tüm Türkiye'yi yakından tanıma imkanı bulmuştu. Özal'ın bir diğer önemli özelliği de, özel sektör öncesi bürokraside çalışmış olmasıydı. Öyle ki, Elektrik Etüd İşleri Genel Müdürlüğü'nden başlayıp, Planlama Müsteşarlığı ve Başbakanlık Müsteşarlığı gibi bürokrasinin önemli kademelerinde çalışmış ve böylece bürokrasiyi en ince ayrıntısına kadar hazmetmişti. Neden Köşk'e çıktı? > Özal'ın asıl ve nihai hedefi neydi? Özal, hem toplumun kendi içinde barışını; hem de toplumla devletin barışını sağlamak istiyordu. Özal nezdinde sivil asker bürokrat ayrımı olmayıp hepsi bu vatana hizmet eden kimselerdi. Memleketinin potansiyelini çok iyi biliyordu ve bu nedenle de ülkesini muasır medeniyetler seviyesine çıkarmak istiyordu. Bunun da tek yolunun "başkanlık sistemi"nden geçtiğine inanıyordu. Zaten Amerika'da hazırladığı dosyada da; "Biz, Türkiye Cumhuriyeti'ni kurarken, Fransız sistemini değil de, Anglo-Sakson (Amerikan) sistemini alsaydık, bugün çok daha ileri bir noktada olurduk" demişti. Bu düşünce doğrultusunda da başbakanlığı döneminde "başkanlık sistemi"ne geçiş için cumhurbaşkanı olmanın önemli olduğunu görerek, cumhurbaşkanı olmak istedi. Cumhurbaşkanlığı devletin yarısıydı > Yani cumhurbaşkanı olma kararının arkasında "başkanlık sistemi"ne geçişi sağlamak vardı. Öyle mi? Evet. Özal'a göre, "Cumhurbaşkanlığı, devletin yarısı idi". Bu konuda, "Cumhurbaşkanı olur, bir ya da bir buçuk sene perde arkasından hükümeti yönetir, böylece bir nevi 'başkanlık sistemi'nin ön provasını yapmış olur, belli bir aşamadan sonra da Anayasa değişikliğini getiririm" diye düşünüyordu. Yani, Özal'ın nihai hedefi, 'başkanlık sistemi'ne geçip Başkanı halka seçtirmekti. Cumhurbaşkanının kendisi olması halinde, bu değişikliği 270 oy ile referanduma götürerek gerçekleştirebiliyordu (o dönemdeki Meclis'teki milletvekili sayısı 450 idi). Yani cumhurbaşkanlığı makamı, 300 oy yerine 270 oyla Anayasa'yı değiştirme imkanı veriyordu. Böylece, 270 oyla referanduma giderek Başkanı halka seçtirme imkanını veren Anayasa değişikliğini yapacaktı. Ancak bu değişikliği yapmak için partisinden beklediği desteği göremedi. Dolayısıyla hem bu değişikliği yapabilmek için hem de eski partisi ile alakasının kalmadığını göstermek için Çankaya'dan inmeyi de göze alarak yeni parti kurma çalışmalarına başlamıştı. Amma ömrü vefa vermedi. Şimdi bu işi tamamlamak onun manevi mirasına sahip olduğunu iddia edenlere düşmektedir. Bize bıraktığı iki miras > Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir? Özal hakkında iki şey var ki, belirtmeden geçemeyeceğim; birincisi Özal, Türk dünyasını birleştirerek cihanşümul bir güç olması için elzem olan çalışmaların temelini atmıştı. İkincisi ise düşünce, din, vicdan ve teşebbüs hürriyetlerine verdiği önemdir. Kendisini 14. ölüm yıl dönümünde rahmet ve minnetle yad ediyoruz. Demirel'e yazdığı 30 sayfalık mektup > Özellikle Amerika'da Dünya Bankası gibi uluslararası sermayenin merkezi olan bir yerde görev yapması da dünyadaki gelişmelere bakış açısını önemli ölçüde farklılaştırmıştı. Öyle değil mi? Kesinlikle öyle. Sizin de söylemiş olduğunuz gibi kendisinin 1971 yılında 12 Mart Muhtırası'ndan sonra Amerika'ya, Dünya Bankası'na gitmesi ve buradan süper gücün penceresinden dünyaya bakması, kendisine dünyanın gerçekleri ile karşılaşarak, cihanşümul bir dünya görüşüne sahip olma özelliğini kazandırdı. Bu çalıştığı süre içinde, uluslararası sermayeyi, az gelişmiş ve kalkınmış ülkelerin durumlarını gözlemleme ve değerlendirme imkanını bulmuştu. Amerika'yı Amerika yapan temel esasları ve Amerika'nın olmazsa olmazlarını tespit edip, bunlardan Türkiye'nin nasıl yararlanabileceğinin yollarını düşünmüştü. Nitekim bu doğrultuda Amerika'da iken "Türkiye'nin Kalkınmasında Milli Görüşün Yeri" başlıklı bir dosya hazırlamıştı. 30 sayfa kadar olan bu çalışmayı, birinci iktidarı döneminde hayata geçirmeye çalıştı. Bu rapor aslında Süleyman Demirel'e yazılmış bir mektuptu. Özel sektöre yakındı Özal'ın özel sektör ile olan diyaloglarını yakından izleme fırsatı buldunuz. Size göre, kendisinin uzun yıllar özel sektörde görev yapması Türkiye'ye bakışını ne ölçüde etkiledi? Turgut Bey, Amerika dönüşünde özel sektörü yakından tanıma imkanı bulmuştu. Gerçekten de özel sektöre yakın bir isimdi. Bu da çok normaldi. Çünkü özel sektörde, başta Sabancı Holding'in genel koordinatörlüğü olmak üzere, MESS Başkanlığı, Elektro Metal Çelik Grubu Genel Koordinatörlüğü ve Genel Müdürlüğü görevlerinde bulunmuştu. Ayrıca bu sektörde birçok önemli başarı elde etti. Örneğin; Türkiye'de ilk defa DİSK sendikasının elektro metaldeki direnişini kırdı ve bundan sonra da MESS Genel Sekreteri ve bilahare başkanı oldu. İşte bu görevler de Özal'a masanın öbür tarafını öğretmiş oldu. Cenab-ı Allah'ın takdiridir ki, Turgut Bey sanki bir okul gibi buralarda yetişti ve ülkenin başına geçme arefesinde birçok tecrübe edindi.