Alternatif Bakış'a bu haftaki konuğum, yönetim ve organizasyon alanında uzman Doç. Dr. Sabahat Bayrak Kök. Liderlik, iş ahlakı, sosyal sorumluluk, kadın girişimciliği ve stres yönetimleri konusunda birçok önemli çalışmaya imza atan Doç. Dr. Kök, aynı zamanda siyaset ve ahlak konuları üzerinde yapmış olduğu başarılı çalışmalarla da ülkemizin en önemli akademisyenleri arasında yerini almış bir isim. Uzun ama bir o kadar da keyifli sohbetimiz sırasında, Türkiye siyasetinin gelmesi gereken noktaya neden bir türlü ulaşamadığını daha iyi anladım. Umarım sizler de sohbetimizden keyif alırsınız... 'Siyaset' ve 'ahlak' konularında önemli çalışmalar yapmış bir akademisyen olarak, bu pencereden ülkemiz siyasetine baktığınızda neler görüyorsunuz? Bu konuda öncelikle üzerinde durulması gereken şeyin 'güven' olduğunu düşünüyorum. Bu düşünceden hareketle günümüz dünyasına baktığımda ise, insanların daha özgür, adil ve eşit bir dünyada yaşamak istediklerini, bu özlemleri gerçekleşmeyince de güven bunalımı oluşturan siyasi kirlilik ve yozlaşmayı daha fazla telaffuz ettiklerini görüyorum. Bu konuda şunu unutmamalıyız ki, güven, bilindiği gibi bir şeye inanmak ve emanete sahip çıkmak demektir. Oysa günümüz siyaset anlayışında, siyasi işleyiş ve tercihin merkezine 'özel çıkar sağlama', 'menfaat kültürü', 'güç ve ihtiras', 'kin ve intikam', 'kızgınlık ve öfke' gibi duygular yerleştiriliyor ki, bu da "korku kültürü"nün yaygınlaşması ve ilkesiz bir siyaset anlayışının ortaya çıkmasına sebep oluyor. Toplumsal kirlenmenin neticesi 'Siyasi yozlaşma' denilen mefhum da bu düşünce neticesinde ortaya çıkıyor. Öyle değil mi? Kesinlikle evet. Sizin de söylemiş olduğunuz gibi, böyle bir siyaset dünyasının içinde yer alan siyasetçi, bu konuda kendisine yol gösterecek ilkelerin, çıkar ve menfaat kavramlarından beslenip ahlaki değer ve tercihleri dışlaması sonucu meydana geldiğini düşünüyor ki, bu da günümüz siyaset dünyasındaki siyasi yozlaşmayı beraberinde getiriyor. Bu konu ile ilgili olarak, siyasilerin seçim programlarında vaat ettiklerini yerine getirmemeleri, kendilerine verilecek oyları garantilemek için oy avcılığı yapmaları ve siyasetin özünü ahlaki ilkelerden uzaklaştırmaları örnek olarak verilebilir. Dolayısıyla, bugünkü mesele sadece bireysel kirlilik değil, aynı zamanda önemli bir kurumsal ve toplumsal kirlenmedir. Peki, bu kirlenmede seçmenin rolü nedir? Hiç kuşkusuz toplumu temsil durumunda olanların ilkeli ve ölçülü olmaları çok önemlidir. Ancak, temsil etmek bir ahlaki duruşu gerektirdiği gibi, temsil edilmenin de bir ahlaki duruş gerektirdiği açıktır. Bu anlamda seçmenlerin, parti politikalarının uygulanıp uygulanmamasına göre değil de bir kişi ya da grubun çıkarlarına göre siyasi aktörleri yüceltmesi veya yermesi, oylarını bu doğrultuda değiştirebilmesi, bilinçli ve samimi bir seçmen profili ortaya koyamaması, güven meselesinin çift yönlü bir kaymaya uğramasına sebep olmaktadır. >> İnsan hakları ve ahlâk garanti altına alınmalı Demokrasinin kendi dinamiklerini ortaya koyacak şekilde kurumların sağlıklı işletilebilmesinin ve siyasi partilerle seçim kanunundan kaynaklı rekabeti önleyici uygulamalarının kaldırılmasının mevcut olumsuz tabloyu bir nebze olsun azaltacağını düşünüyorum. Çünkü başta Anayasa olmak üzere, kendi yazılı hukukunda ve siyasi pratiğinde insan hakları ve ahlaki değerleri garanti altına alan bir siyasi rejim olmadıkça, demokrasinin ve insanlara güven aşılayan bir yönetimin tek başına bir değer olarak ortaya çıkması özlemden öteye gidemeyecektir. Bu konuda hatırlanması gereken husus, her siyasi eylem ya da davranışın bir toplumsal ve kültürel zemini olduğu ve insanların bu kültürel ve toplumsal zeminden ayrı düşünülemeyeceği gerçeğidir. Siyaset ve diğer alanlardaki aktörlerin nasıl davranmaları gerektiğini gösteren değer yargıları ve davranış kalıpları ise toplumun ürünüdür. O halde, bu konuda ciddi bir zihniyet değişimine ihtiyacımız var... Aynen öyle. Bu konu ile ilgili bütün problemlerin önündeki çözüm, her şeyden önce zihniyet değişimi ve insan tasavvurunun yeniden ele alınmasıdır. İnsan, hayatı insanileştirmek adına kendini yeniden inşa etmeli, dürüstlük, adalet ve güven gibi değerlerde tüm zorluklara rağmen hayatî erdemini gösterebilmelidir. Doğru olduğuna inanmadığı bir görüşü savunmak, kınanıp ayıplanmamak için ahlaklı görünüp, ahlaklı davranmayı bir mecburiyet ve tasvip edilme adına yaşamak yerine, insan olma adına kendine ölçü ve ilkeler koymak gerekmektedir. Çünkü insanı insan yapan en önemli vasıf, onun ahlaki bir varlık oluşu ve değerleriyle iç içe yaşamasıdır. Bu sebeple de dar kalıplı siyasi çekişmeler ve hesaplaşmalar yerine, insana ve insanlığa hizmet esas alınmalıdır. Eflatun'un dediği gibi: "Hayatta görebileceğiniz iş ne olursa olsun, erdem olmayınca, elde edebileceğiniz her şeyin, yapabileceğiniz her işin sonunda utanç ve kötülük vardır."