'SOSYAL GÜVENLİK zenginlik getirecek'

A -
A +

Alternatif Bakış'a bu haftaki konuğum AK Parti Ankara Milletvekili Mehmet Zekai Özcan oldu. Özcan, milletvekili olmadan önce 27 yıl Sosyal Sigortalar Kurumu'nda genel müdürlük, yönetim kurulu üyeliği ve yönetim kurulu başkanlığı yapmış bir isim. Bürokratlığı süresi içinde, öyle önemli çalışmalara imza atmış ki, o dönemde kendisi ile ilgili çıkan haberlerdeki ortak başlık 'sosyal güvenlik âşığı bir bürokrat' olmuş. Zaten bunu kendisi ile sohbet ederken de hemen anlıyorsunuz. Özellikle son Sosyal Güvenlik Yasası'nda hükümetin ağır toplarından biri olan Özcan, ülkemiz açısından son derece önemli olan bakanlıkların birleştirilmesi konusunda da başrol oynamış. Kendisi ile hem Yeni Sosyal Güvenlik Yasası'nı, hem de bu kanunun ülkemize getireceği faydaları konuştum. Meclis'ten ayrılırken aklımda oluşan Mehmet Zekai Özcan portresi ise şu şekildeydi: "Ülkemiz, Mehmet Zekai Özcan gibi vekillerle, gelecek yarınlara çok daha umutlu ve güçlü bir şekilde hazırlanıyor." Umarım sohbetimizden keyif alırsınız. O zaman buyurun sohbetimize... -------- Siz, 27 yıl Sosyal Sigortalar Kurumu'nda yönetim kurulu üyeliği ve genel müdürlük yapmış bir kişisiniz. Bu pencereden baktığınız zaman, bürokratlık ile siyasetçi olma arasında ne gibi farklar görüyorsunuz? Tabii ikisi arasında önemli farklar var. Ancak geneline baktığınızda, her ikisinde de halk ve onlardan gelen taleplerin olduğunu görürsünüz. Özellikle SSK açısından, SSK hastaneleri beraberinde yoğun talepleri de getiriyor. Yani, bu açıdan bürokrasi ile siyaset arasında benzerlikler var. Ancak bu konuda bürokrasinin siyasete göre önemli bir avantajı var ki, bu da uygulama makamı olmasından kaynaklanıyor. Örneğin; siz bir kurumun genel müdürü ya da yönetim kurulu başkanı olduğunuz zaman artık karar verici bir makamdasınız ve bu sayede size gelen taleplere 'olur' ya da 'olmaz' diyebiliyorsunuz. Ancak siyasette böyle bir durum söz konusu değil. Siyasette, size yöneltilen bir talebi bir başka makama gönderiyor ve o makamın bürokratik yapısı ile uğraşıyorsunuz. Hatta o yapı sizi zaman zaman mahçup da edebiliyor. Dolayısı ile siyasette, kişilere kesin sözler veremiyor ve ancak 'olabilir' diyebiliyorsunuz. Siyaset farklı bir alan * Öyle ise neden çok önemli bir görevden ayrılarak siyaset dünyasına girdiniz? Çünkü siyaset çok farklı bir alan ve burada da yer almak gerekiyor. Örneğin, siyaset dünyasına girdikten sonra Türkiye'yi daha iyi tanıyabilme imkanı buldum. Bunun dışında siyasette halkla daha iç içe olma şansını yakaladım. Bu noktada bürokrasiden gelmem de bana önemli bir avantaj sağladı. Milletvekili olduğum ilk günden bugüne kadar geçen zaman dilimi içerisinde bizleri daha iyi tanıyan halkımız, 'olabilir' dediğimiz şeylerin gerçekten olabileceğine veya 'olamaz' dediğimiz şeylerin gerçekten olamayacağına ikna oldu. Tabii bunun arkasında yatan en önemli sebep, güven. Mesela, ben genel müdürlük yaparken olamayacak işleri hiçbir zaman diğer müdür arkadaşlarıma göndermezken; olabilecek işleri de hemen yaptım. İşte bu durum bugün de devam ediyor ve bu sebeple tarafıma iletilen talepler eskiye göre her geçen gün daha da artıyor. Eşit ve adil dağıtım * Sosyal güvenlik sistemimiz ile uzun yıllar ilgilenmiş birisi olarak, ülkemizdeki sosyal güvenlik sistemi hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Maalesef ülkemizde bir sosyal güvenlik sisteminden söz etmek mümkün değil. Çünkü kuralsız bir rejim söz konusu. SSK, Emekli Sandığı, Bağ-Kur, Bağ-Kur'un esnaf ve tarım kesimleri, SSK'nın çalışan işçi ile tarım kesiminde çalışan işçileri... Bu tabloya baktığınız zaman, bunların birbirlerinden ne kadar farklı sistemler olduklarını görürsünüz. Öyle ki, bunların emekli aylıkları, ödedikleri primler, çalışma süreleri ve sağlık hizmetlerinden yararlanma hakları bile farklı. İşte bu durum da beraberinde kaosu getiriyor. Bugün, sosyal güvenlik sistemine kamunun yani genel bütçenin ayırdığı kaynağın farklı olduğunu görüyoruz. Halbuki, bu kaynakların eşit ve adil bir şekilde dağıtılması gerekiyor. Kaldı ki, ülkemizde sosyal güvenlik denildiği zaman akıllara hemen emeklilik sigortası geliyor. Halbuki, sosyal güvenlik, içinde emeklilik sigortasını da barındırmakla birlikte, sosyal yardım ve hizmetleri de barındırıyor. Yani bu 3 unsurun birlikte taşınması gerekiyor. İşte hükümet olarak bu duruma bir son vermek istedik ve sosyal güvenlik sistemini oluştururken bu 3 unsuru birlikte düşündük. Şimdi herkes diyor ki, insanlar özgür olmalılar. Peki, insanlar nasıl özgür olabilirler? Bir insan ekonomik yönden özgür değilse, o insan özgür değildir. Bugün Türkiye'de 16 milyon yoksul insan var. Evet, iktidara gelmemizin ardından yoksul insan sayısında önemli bir düşüş oldu ancak şu andaki sistemden dolayı bu insanlar sosyal güvenlikten hiçbir şey alamamaktadır. Şu anda bu insanlar, devlet fonundan kendilerine ayrılan paraya, Ramazanlarda belediyeler veya hayırsever insanlar tarafından yapılan yardımlara muhtaç durumdalar. Halbuki burada devletin bir fakirlik kriteri belirlemesi ve bu kritere uyan insanlara gerekli hakları vermesi gereklidir. Bunun sonucunda da insanlar demelidir ki, "ben kimseye muhtaç olarak yaşamayacağım, eğer fakir olur veya yaşlanırsam şu kanunun şu maddesine dayanarak devlet bana maaş verecek". İşte biz de bunu sağlamak ve insanları ekonomik açıdan özgür kılabilmek için gerekli olan kanuni düzenlemeyi yaptık; ancak birtakım çevreler maalesef bizi anlayamadı. Vatandaş geleceğe güvenle bakabilecek * Sosyal Güvenlik Yasası çıktığı zaman ülkemizde ne gibi değişiklikler olacak? Kanun çıktığı zaman Türkiye'de faizler düşeceği gibi, dünyada da Türkiye önemli bir örnek olacaktır. Vatandaşımız da geleceğe güvenle bakacaktır. Öyle ki, bu kanunla Türkiye'de yaşayan herkes, ne iş yaparsa yapsın, istediği yerden genel sağlık sigortası kapsamında sağlık hizmeti alabilecek ve sağlık hizmeti veren kurum da sadece bu kişinin genel sağlık sigortası kapsamında olup olmadığını kontrol edecektir. Bu reform, Cumhuriyet tarihinin en büyük reformlarından biri olup, buna sadece AK Parti cesaret edebilmiştir. Geçmişte bu düşünülmüş; ancak buna cesaret edememişlerdir. Çünkü genel sağlık sigortası açıkları kapatmak için değil, aksine Türkiye'de yaşayan herkese sağlık hizmeti verilmesi maksadıyla düzenlenmiş bir sigorta sistemidir. Bu düzenlemeyi yaparken, 18 yaşından küçükleri, acil halleri, doğum halini, iş kazalarını ve meslek hastalıklarını kapsam dışında tuttuk. Kişiler rutin sağlık kontrolü ve check-up yaptırmak için hastaneye gittikleri zaman bu kişilerin sosyal güvenlik kapsamında olup olmadıkları ve primlerini ödeyip ödemediklerine bakılacak. Eskiden Bağ-Kur'lu bir kişi 240 gün prim ödedikten sonra sağlık hizmetinden faydalanabilirken, biz bunu 30 güne indirdik. Bununla da kalmayıp acil durum veya 18 yaşından küçüklük gibi durumlarda 30 günü de aramıyoruz. Sayın Başbakan'ın bu konudaki duruşu çok nettir ve sosyal güvenlik konusundaki çalışmalarımız dur durak bilmeden devam edecektir. >>> Sırada 'Sosyal Primsiz Rejim Kanunu'muz var * Sosyal Güvenlik konusundaki yeni çalışmalarınız neler olacak? Hükümet olarak, Sosyal Güvenlik Yasası'nı çıkarttıktan sonra, Sosyal Primsiz Rejim Yasası'nı çıkartacaktık. Bu kanunla hedefimiz, 15 yaşından küçük çocuğu olan yoksul insanlara çocuk yardımı yapabilmek, yaşlı olanlara yaşlılık aylığı bağlayabilmek, işsizlere iş edinme yardımı yapabilmek, malul durumda olanlara yardımcı olabilmekti. Ve bütün bunları kanunlarla düzenleyecektik. İnşallah yapacağız da. Bunlar da yürürlüğe girdiği zaman Türkiye AK Parti hükümeti ile tam bir sosyal devlet olacaktır. Bugün dünyadaki her devlet, yaptığı sosyal harcamalar oranında sosyal devlet özelliğine sahiptir. Ve bu sosyal harcamalar içerisinde eğitim, sağlık, sosyal koruma dediğimiz emekli aylıkları, sosyal yardımlar ve tarım kesimine yapılan aktarımlar bulunmaktadır. 2002 ile 2006 yılları arasında da gayri safi milli hasılada bu oranlar ciddi bir şekilde yükselmiştir. Buradan hareketle şunu çok rahat bir şekilde söyleyebilirim ki, AK Parti Hükümeti sosyal harcama ve korumalar manasında sosyal devlet olmanın şartlarını yerine getirmiştir. Öyle ki, bu gelişmeler sonucunda Türkiye, birçok Avrupa Birliği ülkesiyle aynı seviyededir ve bu konuda gelişimini her geçen gün daha da artırarak sürdürecektir. >>> Büyüdükçe istihdam artıyor * Sosyal güvenlik ile istihdam arasında kurulan bağ hakkında neler söylemek istersiniz? Sosyal güvenlikte gayri safi milli hasıla bakımından yüzde 4.8 gibi bir açığımız var. Bu açığı iki yolla kapatmak mümkün. Ya vergi koyacağız ki, şu anda bu mümkün değildir ya da borçlanacağız. Bu da ülkemiz ekonomisi açısından önümüzün kesilmesi demektir. İşte biz de bu probleme bir son vermek maksadıyla sosyal güvenliği yeniden kurguladık. Ancak bu kurgulama, ne yazık ki vatandaşlarımıza çok farklı bir şekilde anlatıldı. Halbuki 2002 ile 2006 yıllarını karşılaştırdığımızda, hem aktif maaşları hem de emekli maaşlarını enflasyonun çok üzerinde artırdığımız görülmektedir. Yani, gayrisafi milli hasıla büyüdükçe, biz de bunu emeklilere ve çalışanlara yansıtmışız. Ve bu büyüme ve faizlerdeki küçülme devam ettikçe, hem ortaya daha sağlıklı bir ekonomi çıkacak hem de istihdam artacaktır. İşte bu artış, sosyal güvenlikle de yakından ilgilidir. Çünkü sosyal güvenliğin finanse edilebilmesi için hem aktif çalışanların çoğalması hem de bunların ücretlerinin artarak, kayıt altına alınması gereklidir. Yani sosyal güvenliğin finanse edilebilmesi için istihdamın da artması gereklidir. Örneğin; biz Türkiye'de 7 milyonluk tarım kesimini, bu kişilere iş bularak azaltıyoruz. 2005 yılında yüzde 8.1'lik bir kesime tarım dışında istihdam sağladık. Bu da sağlıklı bir istihdam ve ekonominin Türkiye'de sağlandığını göstermesi açısından son derece önemlidir. >>> Çalışmalarımız hızla sürüyor * Peki son Anayasa Mahkemesi kararından sonra sosyal güvenlikteki tek çatı düşüncesi artık ortadan kalktı mı? Hayır. Çünkü biz çatıyı kurmuş durumdayız. Hükümet olarak, SSK'yı, Emekli Sandığı'nı ve Bağ-Kur'u tek çatı altında birleştirdik. Bu düzenleme, Mayıs ayında yürürlüğe girdi. Şu anda hukuken sadece Sosyal Güvenlik Kurumu var. Dolayısı ile bu konuda bir sıkıntımız yok. Fakat, bunun dışında ayrıca Emeklilik Sigortası Kanunu ile Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nu düzenlemiştik. Ancak CHP ve sayın Cumhurbaşkanı, Anayasa Mahkemesi'nde dava açtılar ve Anayasa Mahkemesi de kanunu memurlar yönünden iptal etti. Halbuki bizim gayemiz Türkiye'deki nimet-külfet eşitliğini sağlamaktı. Bu da, insanların sistemde kaldıkları süre içerisinde ödedikleri prim karşılığında emekli aylığı almaları ile sağlanacaktı. Ancak bugünkü sistem bunu imkansız kılıyor. Örneğin; bugün, bir genel müdür veya müsteşar görevlerinde bir ay bile kalsalar oradan emekli olduktan sonra sanki orada uzun yıllar çalışmış ve prim ödemiş gibi emekli aylığı almaya hak kazanıyorlar. İşte hükümet olarak bu haksızlığa bir son vermek istedik. Bunun dışında herkesin eşit olarak sağlık hizmetinden faydalanmasını istedik. Ancak Anayasa Mahkemesi söz konusu düzenlemeyi memurlar yönünden iptal etti. Fakat bu konudaki çalışmalarımız devam ediyor. * Ana muhalefetin bu konuda Türkiye'nin önünü kestiğini ifade ediyorsunuz. Neden? Bakın, 1950 yılında Türkiye'de SSK kurulduğu zaman ölüm yaşı 39 olarak belirlenmişti. O tarihte aktüel hesaplar yapıldı ve bu yaş 60'a yükseltildi. 1969 yılında ise bu yaş siyasi sebeplerden dolayı kaldırıldı. Yani 1950'de 60 yaşını koyan irade, 1969'da bunu kaldırdı. 1969 ile 1970 yılları, Türkiye'nin demografik yapı açısından en kötü olduğu dönemdir. Bir ülkenin sosyal güvenlikte aktüel hesapları yapılırken, o ülkenin demografik yapısı son derece önemlidir. Biz buna bağımlılık oranı diyoruz. Buna göre, 15 ile 64 yaş arası; insanların aktif oldukları dönem olup, bu yaşların dışındaki bölümler bağımlı dönemlerdir. Halbuki 1970'lerde Türkiye'deki bu oran, yüzde 88'dir. Bunun kabaca manası, bir çalışanın iki bağımlıya bakmasıdır. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir sistem görülmemiştir ve o tarihten sonra Türkiye'deki sosyal güvenlik fonları bitmiştir. Ancak şu anda Türkiye bu açıdan en şanslı dönemini yaşamaktadır. Bugün 15 ile 64 yaş arasındaki nüfus oranı, Türkiye'nin yüzde 66'sını oluşturmaktadır. Yani, genç nüfus yüzde 28 civarındadır. Ve bu şansımız 2023 yılına kadar devam edecek. Ancak mutlaka sosyal güvenlik sistemimizi bugünden kurgulamamız gerekli. Aksi halde 2023 yılından sonra yapmak istesek de artık iş işten geçmiş olacak. İşte bu gerçeği, söz konusu kanunu Anayasa Mahkemesi'nin önüne götüren zihniyet görmemekte ve Türkiye'nin önünü kapayarak, insanları gelecekteki sosyal güvenlik haklarından mahrum etmektedir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.