Alternatif Bakış'a bu haftaki konuğum ünlü yapımcı-yönetmen Metin Günay oldu. Metin Günay, genç yaşına rağmen Türkiye'de büyük ses getirmiş ve aradan uzun yıllar geçmesine rağmen halen unutamadığımız birçok dizinin yönetmenliğini yapmış bir isim. 'Gurbetçiler', 'Kral'ın Hayatı', 'Sıcak Saatler', 'Deli Yürek', 'Ekmek Teknesi', 'Kasabanın İncisi', 'Aynalar', 'Rüzgarlı Bahçe' ve şu anda Star TV ekranlarında oynamakta olan 'İki Aile' dizileri bunlardan sadece birkaçı. Genç yaşında bunca başarılı işe imza atmış Metin Günay'ın bir diğer önemli özelliği ise sadece yaptığı başarılı işlerle anılmak istemesi. Zaten bu duruşunu bunca başarılı işe imza atmasına rağmen yazılı ve görsel basından 'bilinçli' olarak uzak durmasından kolaylıkla anlayabiliyorsunuz. Kendisi ile yapmış olduğum uzun ama bir o kadar da keyifli söyleşide, Türk Sineması'nı, Türkiye'deki televizyon dizilerini ve Metin Günay'ın ülkemizde büyük yankı uyandıracak projeleri hakkında konuştuk. Umarım sohbetimizden sizler de keyif alırsınız. O zaman buyurun sohbetimize... Rekorlar kırabiliriz İsterseniz sohbetimize Türk Sineması ile başlayalım. Özellikle son yıllarda Türk Sineması'nda ciddi bir kıpırdanma söz konusu. Tabii medyanın da bunda katkısı inkâr edilemez bir gerçek. Türk Sineması'nın bugünkü durumu hakkında siz neler düşünüyorsunuz? Bana göre Türk Sineması, hikaye ve tema olarak dünya sinemasının bir adım önünde. Bugün dünya sinemasının işleyebildiği konular tekrara binmiş durumda. Dikkat edin, son zamanlarda yapılan filmlerin konuları birbirinin tekrarı durumunda. Ancak bizler bu konuda gerçekten de çok şanslıyız. Çünkü öyle bir toprağa ayak basıyoruz ki, eğer bastığımız bu toprağın hikayelerini, destanlarını, değerlerini ve binlerce kilometrelik yolculuklardan sonra buralara gelen atalarımızın hikayelerini farklı bir bakış açısı ile değerlendirebilirsek, buradan çıkacak olan malzeme Türk Sineması'nın dünya sinemasından bir adım önde olduğunu göstermeye yetecektir. Eğer, kendi kimliğimizi, bastığımız toprakların geçmişini araştırıp, ortaya koyabilir ve teknik ile sermaye de bunun yanında olursa, dünyanın her ülkesinde gişe başarısı sağlayabilecek ve rekorlar kırabilecek filmlere imza atabiliriz. Dolayısı ile bu konu ile ilgili hamasi söylemleri bir kenara bırakmamız gerekiyor. Öyle değil mi? Kesinlikle evet. Sizin de söylemiş olduğunuz gibi, Türk Sineması olarak, eğer dünya sineması içerisinde bir yer edinmek istiyorsak öncelikle hamasi söylemleri bir kenara bırakmamız ve belli şartları bir araya getirmemiz gerekiyor. Çünkü biraz önce de anlatmaya çalıştığım gibi bir sinema filmini ancak film olabilecek normları bir araya getirerek yapmak mümkündür. Eğer 'hadi bugün bir film çekelim' düşüncesi ile işe başlarsanız, yaptığınız o iş başka bir iş olur; ancak sinema filmi olmaz. Eğer bu anlamda bir sinema filmi yapma hedefiniz varsa, o filmin gerek hikaye, gerekse de teknik donanım ve oyuncu kadrosu ile yurt dışında da gişe başarısı elde etmesi gerekiyor. Stara ihtiyaç yok Yapmış olduğunuz işlere baktığımda, popüler isimlere yer vermeden başarılı olduğunuzu görüyorum. Örneğin, Ekmek Teknesi dizisinde başrol oyuncusu yoktu; ancak yayınlandığı saatlerde Türk halkını ekranlara kilitliyordu. Bunu nasıl başarıyorsunuz? Aslında bu bir metot. Mesela, elinizde bir projeniz vardır ve bu projenizi hedef kitlesine ulaştırmak için bir star kullanma ihtiyacı hissedersiniz. Yani, ana karakterinizin rolünü bir stara verirsiniz. Aslında dünyanın her yerinde de bu metot kullanılır. Diğer bir metot ise; hikayenize güvenir, kime hangi hikayeyi anlattığınızı iyi bilir, bundan şüphe duymaz ve böylece projenizdeki başrolü bir stara verme ihtiyacı hissetmezsiniz. İşte biz de yapmış olduğumuz işlerde bu ikinci metodu kullanmaya çalışıyoruz. Bunun da en büyük sebebi, kime, nasıl bir hikaye anlattığımızın farkında olmamız. Bu sebeple de genellikle stara ihtiyaç duymuyoruz. Bizim için yapmış olduğumuz işlerdeki karakterlerin hepsi ayrı ve önemli. Farklı bir tanım Bu işlerde genellikle muhafazakâr bir duruş ile de karşılaşıyoruz. Bu duruşun arkasındaki sebep bilinçli mi yoksa senaryo gereği ortaya çıkan bir durum mu? Doğruyu söylemek gerekirse, yapmış olduğumuz işleri, belli bir duruşa sahiplermiş gibi değerlendirmemek gerekiyor. Çünkü yaptığımız işlerin altında yatan söylemin temeli, nerede yaşadığımızı bilmemizden kaynaklanıyor. Nerede yaşadığımızı sorguladıktan sonra karşınıza çıkan sonuca baktığınızda gördüğünüz şey, bizim yaptığımızdır. Tarih, ekonomi ve sosyoloji gibi meselelerde nerede yaşadığımızı bilmemiz gerekiyor. Eğer ilk olarak yaşadığımız yere ve insanlara ait bir hikayeyi anlatamıyorsanız, başka bir dünyaya ait hikayeyi anlatmanız mümkün değildir. Bu konuda muhafazakâr bir duruşa sahip olmak yerine, farklı ve yeni bir tanım ortaya koymamız gerekiyor. Bu tanımı yapabilmek için de yeni bir perspektife ihtiyacımız var. İşte bu perspektif de yaşadığımız yerden dünyaya bakabilmek ve günümüz şartları ile dünyayı anlamaktır. Bu da Türkiye Cumhuriyeti sınırlarından çok daha geniş yerlere bakmaya çalışmakla mümkündür. Bütün Türkistan'ı, Avrupa'yı, Hazar'ı ve hatta daha geniş bir coğrafyaya bakmak gerekiyor. Bizim toprağın renginden, kokusundan, ışığından beslenerek bakmak, bu yeni perspektifi kazandırmak açısından bence çok önemlidir. Ancak bu topraklardaki büyük tarihi olaylar hiçbir zaman büyük prodüksiyonlara konu olmadı. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz? Söylemiş olduğun bu filmleri çekmek bizim için bir ideal aslında. İdeallerin sonuçlanması ise uzun bir yol ve bu yolu biz sinemacıların tek başına tamamlaması mümkün değil. Toplumun diğer dinamiklerinin ve enerjisinin de aynı yolculuğa hazır olması gerekiyor. Bu şu demek; bu ülkenin romancısı, devlet adamı, ressamı, siyasetçisi, sermaye sahibi, akademisyeni ve vatandaşı bu tür projeleri yapabilme perspektifine sahip olmalıdır. Ancak bu şekilde başarı sağlanabilir. Eğer bu dinamikler ortak bir noktada buluşamazsa, bu hikayelerin büyüklükleri ve dünya insanlık tarihindeki önemleri çok basit bir fıkra haline gelir. Dolayısı ile her yönü ile hazır olmamız gerekiyor. Yani, sadece sinema sektörü değil, sermaye de buna hazır olmalıdır. Siz aynı zamanda Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'nden mezunsunuz. Bu yönünüzün yönetmenlik mesleğinize ne gibi katkıları oluyor? Mimarlık, sanatın anasıdır. Mimari hacim içerisinde bütün sanatlar vardır. Yani filmlerin içindeki hikayeler mekansal bir gerçekçilik içinde anlatılır. Bu anlamda; dağ, ova veya nehir de bir mekandır. Yani bir ev gibi onlar da mimaridir. İnsanın yaşadığı her yer mekan olduğu için mimarlık ile sinema doğru orantılıdır. Aslında ben yönetmenlik yaparken, mimarlığımı da hayata geçiriyorum. > İşimle anılmak isterim... Pek çok başarılı işe imza atmanıza rağmen sizi yazılı ve görsel basında hiç görmüyoruz. Bunun sebebi sadece işinizle anılmak isteği mi, yoksa başka bir sebebi var mı? Dil çok şey söyleyebilir ancak bizim sektörde dil ne kadar söylerse söylesin, önemli olan yapmış olduğunuz işin ne söylediğidir. Eğer yaptığınız iş gerçekten iyi ise ne fotoğraf vermeniz ne kendinizi göstermeniz ne de çok şey söylemeniz gerekir. Eğer yaptığınız iş kötü ise bunların hepsi âdeta uzaydaki boşluk gibidir. Yani, bir nokta kadar bile kıymeti yoktur. Biz de yapmış olduğumuz işlerle bir şeyler söylemek ve öyle anılmak istiyoruz. Yapmış olduğumuz işler de halkımız tarafından beğeniliyorsa ne mutlu bize. Duyumlarıma göre Türkiye'de ve dünyada büyük ses getirecek bir sinema filmi projeniz var. Bu projenizi bizimle de paylaşır mısınız? Yaklaşık iki yıldır devam eden ve Çanakkale Destanı ile ilgili bir film projemiz var. Bu filmin dört ülkede geçen bir çekim süreci olacak. Yani, zor ve sorumluluğu fazla olan bir proje. Biz de bu bilinçle çalışmalarımıza devam ediyoruz. Umarım uluslararası alanda başarılı olacak bir işe imza atarız.