Allahü teâlanın emirlerini yapmamak, iki sebepten ileri gelir: 1- Allahü teâlanın emirlerine, yasaklarına inanılmamıştır. (Bu ibâdetler Araplar içindir. Çöldeki insanların sağlam olması içindir. Bugün İsveç hareketleri, spor, fiziko-terapi, masaj, namazın işini görmekte, duşlar, banyolar, plâjlar, abdestden daha modern temizlemektedir denilmesidir.) 2- Allahü teâlanın emirlerine önem vermemektir. Bu emirlerin büyüklüğünü, mevki, kumanda sâhibi kimselerin büyüklüğünden aşağı görmektir. Her iki sebep ile de, ibâdet etmemenin şenâ'atini, çirkinliğini düşünmemiz lâzımdır. Yalancılığı çok defa görülmüş olan birisi, düşman bu gece, filan yerden baskın yapacak dese, idâreciler, akıllılar, karşı koyma güçlerini düşünmez mi? O kimsenin yalancı olduğunu bildikleri hâlde, tehlike bulunan işlerde, ihtiyâtlı, tedbîrli, uyanık bulunmak lâzımdır demezler mi? Muhbir-i sâdık, yani hep doğru söyleyici, doğruluğu ile şöhret bulmuş Resulullah efendimiz "aleyhissalâtü vesselâm", tekrâr tekrâr, açıkça, âhıretin sonsuz azâblarını bildiriyor. Buna inanmıyorlar. İnanılsa da, tedbîr, kurtulma çâresi düşünmüyorlar. Hâlbuki, Muhbir-i sâdık, kurtuluş yolunu da, göstermektedir. O hâlde, Muhbir-i sâdıkın sözlerine, bir yalancının sözleri kadar kıymet vermemek, nasıl bir îmandır? İmânım var demek, Müslümanım demek, insanı kurtarmaz. Kalbin inanması, yakîn hâsıl etmesi lâzımdır. Hâlbuki, yakîn nerede? Zan bile yok. Belki vehm bile değil. Çünkü, tehlikeli zamanlarda vehm edilen şeye karşı da, tedbîr almak, akıl îcâbıdır. Hucürât sûresi, onsekizinci âyetinde meâlen, "Allahü teâlâ, yapdıklarınızı hep görmekdedir" buyurulduğu hâlde, haramları, yapıyorlar. Hâlbuki, herhangi bayağı bir kimse, bu çirkin işleri görecek olsa, belki görmek ihtimâli olsa, yapmaktan vazgeçerler. Bu hâlin iki sebebi olabilir: Yâ, Allahü teâlanın verdiği habere inanmıyorlar. Yâhut da, Allahü teâlanın görmesine önem vermiyorlar. Haramları, bu iki sebep ile işlemek, îmanı mı gösterir, kâfir olmayı mı gösterir?