Esere harcanan zamandan daha fazlası onun rötuşu için gidebilir. Yani duvara malayla harç atıp kaçmak yok! Bir binanın tuğlası örüldüğü zaman ile son boyası yapıldığı zamanki hâli arasında; göğü kapatan cüsse ve yere düşen gölge farkı, yok kadar azdır... Ama ilk anda görülemeyen o kadar çok fark vardır ki, anlatmakla bitmez: İşçilik, zaman, masraf, estetik, özetle "kalite" farkı... Yerdeki izdüşümleri ve gökteki silüetleri aynıdır ama tuğla binaya bakan insanlar "daha bitmemiş" diye düşünürken, diğerini seyredenler; "acaba kaç para" der!.. * İlham gelir, bir şeyler yazıverirsin. Bu aşama; tuğlası örülmüş, sıvası kabaca atılmış inşaata benzer... Asıl iş bundan sonradır. İşte bu inceliği ne kadar anlar ve ne kadar emek verirse, o nispette "eseriyle" büyür insanlar... Koca Sinan'ı büyük kılan; kılı kırk yarmasıydı... Onun köyü (Kayseri'nin kuzeyinde) Ağırnas'ın çocukları; elmanın içindeki elma kurtları gibi, taş içinde yaşaya gelmişler. Hepsi taşın içinden çıktı, ama bir tanesi taşa âşık etti insanları. Neden? Çünkü kendisi taşa âşıktı, emeğine âşıktı, eserine âşıktı... Kendin sevmiyorsan eserini, başkası nasıl sevsin öyle değil mi? Bu hâl; aslında "eserim" dediğin şeye bakacak olan insana saygıdır! Sen saygı gösterdiğinde, insanlar da sana saygı gösteriyorlar. * Bazıları, ardına dönüp kendi yazdıklarını okumaya bile zahmet etmiyor! Sen buna tenezzül etmezsen, başkaları senin yazını okuma lüzumu hisseder mi? Yazıya; "bu insanın, hayatının şu kadarını uğruna feda ettiği eser" gözüyle bakılır. İşte her nokta ve virgül ve her harf ve her okuyuş, her siliş, yazıp yazıp tekrar okuyuş... Yani yarım karış yazı ile takas edilen yarım günlük ömrün her nefesi; yazanı, yazılanı ve buna şahit olanları ciddiye almaktır! İşte sana, gene hayatımın saatlerini verdim. Ciddiye almak, budur! Ben seni ciddiye almasam sen beni ciddiye alır mıydın?