Hastanenin bu yanı İncirköy, diğer yanı Paşabahçe. Yani pazara, iskeleye, tüpçüye, gazete almaya hatta telefon etmeye bile hep önünden geçip duruyoruz. Bahçe duvarının taşlarını ise sarmaşıklar kapatmış. Öyle ki, duvar sarmaşıktanmış gibi görülüyor. İlkokul yıllarım. Yani ilginç şeylerin çoğu göz hizamda oluyor. Yoldan geçenleri izleyen kertenkeleleri de fark edebiliyorum misal olarak... * Sarmaşık ipleri ve yapraklarının arasında, duvarın taşı üstünde hiç kıpırdamadan duruyor. Çok güzeeeel... Bana baktığını biliyorum. Ben de ona bakıyorum. Şu an, vahşi ormanda bir timsahla göz göze gelmiş Tarzan gibiyim! İçimde güçlü bir avlanma duygusu kabarıyor. Su üzerinde yüzer gibi, kıpırdamadan ona doğru kayıyorum. Elimi alttan yaklaştırıp ansızın avımın üzerine bastırıyorum, ki ilginç bir şey oluyor: Elimin altında sertliğini hissettiğim kertenkele hem yakalanmış, hem de kurtulmuş oluyor; hem gitmiş, hem kalmış oluyor. Elim "tuttun" ama gözüm "kaçırdın" diyor! Şaşkınlıklar içindeyim çünkü o "ulaşılmaz" olana ulaştığım zaman o benim olmuyor ama bende bir parçası kalıyor! İçimde acılaar, bulantılaaar, pişmanlıklar... * Yeşil renkli, sırtı koyu desenli, taşlara açtığı parmaklarıyla hiç kıpırdamadan, ama pürdikkat duran o güzeller güzeli kertenkelenin, kimi insanlarla ne çok benzerliği olduğunu anladım bugün. Onlar ki; diğerlerinin arasına yaklaşmak zorundalar ve hatta onlara görünmek, onlarla göz göze gelmek zorundalar. Bazen de işte öyle kuyruklarını kaptırıyorlar! Şu sorunun cevabı her zaman zor bulunacak: Gözlerden uzaklarda ve kendi dünyanda huzur içinde mi yaşamalısın, yoksa kim bilir kaç kere kopmuş kuyruk ucunun, yeniden ve tekrar ve bir daha uzamasını mı beklemelisin?