Fare Devri'nde yaşarken Lale Devri'ni okumak; bizim için tekrar ulaşılması zor bir hayalken bazıları için, o dönemi yaşayıp/yaşatmış olanlara düşmanlık vesilesiydi. "Koskoca imparatorluğu on yılda bu duruma kim düşürdü" sorusuna, ancak "Padişah sattı" cevabını bulmuşlardı! Netice olarak ellerindeydi memleket, yılda bir/iki kere değişiyordu hükümet ve bizler, fillerin güreştiği alanlarda eziliyor, hasımların dövüştüğü meydanlarda vuruluyorduk. Şu partiye üye değilsen bu fabrikaya giremiyor, bu derneğe kayıtlı değilsen şu mahalleye taşınamıyordun. * O zamanki evlerin misafir odası gibi İstanbul'un Lale Bahçesi vardı; Nisan ayı gelince Emirgân'a gidilir, para vererek (bilmem ne kurumunun işlettiği) koruya girilir ve laleler görülürdü. Öyle ulaşılmazdı ki orası!.. Bir defasında köşkün yakınındaki manolya ağacı altında Zeki Müren'i görmüştük. Topuklu ayakkabılar giymişti. Yüzüne ayna tutarak çekimini yapıyorlardı. Biz Paşabahçe'den kalkan arabalıyla İstinye'ye geçmiş, yamaçtaki patikadan koruya ücretsiz girmiştik ama yine de kendimizi çok özel hissetmiştik. Çünkü o gün hem Zeküm'ren, hem manolya ağacının tomur tomur pembe çiçek dolu dalları, hem de laleler sanki kazınmıştı zihnimize... Bize üç beş lale soğanı gelmişti bir sene hem de Hollanda'dan. İyi de, şimdi, adına devir bile bulunan bu kıymetli laleler, nasıl toprağa sokulurdu hem de bizim ellerimizle? Bizlerin, bu ülke insanlarının, bu soğanları ziyana cür'et etmeye hakkı var mıydı? * Vardı arkadaşlar!.. Bu ülke insanlarının düşünmeye de, insan olarak görülmeye de, eşit davranılmaya da, istediğini seçmeye de, sadece birkaç lale soğanı değil; yürüdükleri kaldırımların kenarlarına ve her köşe başına milll-yonnn-larca lale dikilmeye hakkı vardı. Var imiş meğer! İşte, ikinci bir Lale Devri yaşıyoruz ki, bu söylediklerimin ispatıdır.