EĞİTİMDE ULUSLARARASI DEĞERLENDİRME

A -
A +

Prof. Dr. Muhittin Şimşek

simsek.yok@gmail.com
 
Eğitim, her dönemin ve her toplumun çözülmesi gereken en önemli sorunu olmuştur. Gelişmişlik derecesine göre de öncelik kazanır. Gelişmiş toplumlarda daha çok önemsenirken, nispeten az gelişmiş toplumlarda verilen önem, yapılan yatırım ve ayrılan bütçe, daha az olmuştur. Eğitimin kalitesini belirleyen iki önemli parametre vardır. Birincisi kişi başına düşen millî gelir, ikincisi ise kişi başına harcanan para.  Ancak bu ilişkiler, lineer bir ilişki değildir. Kişi başına düşen millî gelir 20.000 dolardan az olan ülkelerde eğitime ayrılan her kaynak, lineer olarak geri dönüyor. Aynı şekilde öğrenci başına harcanan para 50.000 doların altında olan ülkelerde de aynı lineer bağıntı var iken 50.000 doların üzerindeki ülkelerde bu ilişki bozuluyor.  Türkiye bu anlamda şanslıdır. Eğitime ayırdığı her kaynak, karşılığını bulmaktadır. 
            ***
Bir faaliyet, aynı alanda başka bir faaliyetle mukayese edildiği zaman başarılı ya da başarısız olduğu anlaşılabilir. Kapalı toplumlarda işler kötü gitmesine rağmen iyi imiş gibi gösterilmesinin sebebi de budur. Şimdilerde buna, “Benchmarking” deniyor, yani “kıyaslama”. Hemen bütün işletmelerde bu yöntem uygulanır.  “Biz üretiyoruz da ürettiğimizin bir karşılığı var mı?” bu soru her aşamada sorulur, sorulmalıdır. Yaptığımız iş çok kaliteli de olabilir. Ancak toplumda karşılığı yoksa bir anlam ifade etmez. Mesela bir işletme, şu an dünyanın en kaliteli daktilosunu ya da kasetçalarını üretebilir. Müşterisi olmayan bu üretimin hiçbir anlamı yoktur. 
Her sektörde böyledir. Üretimde, turizmde, tarımda, eğitimde...
En önemlisi de eğitimde.
Yıllarca dünya piyasasına kapılarımızı kapadığımız eğitimin her aşamasında, mukayeseli olmadığı için kendimizi başarılı addettik. Oysa son zamanlarda okul öncesi eğitimden, üniversite öğrenimine kadar eğitimin her aşamasında dünyaya açıldık, dünyanın uyguladığı kriterleri kriterimiz kabul ettik, akreditasyon kuruluşlarına abone olarak kendimize ayna tuttuk. Sonuçları açıklandığı zaman, eğitim sistemimizi yerden yere vurmamıza vesile olan PISA da, güzel bir aynadır.
İyi de nedir PISA?
PISA olarak kısaltması yapılan Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (Programme for International Student Assesment) OECD tarafından her üç yılda bir 15 yaşındaki öğrencilerin başarısını sınamaktadır.  2000 yılından itibaren uygulanan sınava Türkiye, 2003 yılında üye olmuş, zımnen “bizim gençlerimizi de ölçün...”  diyerek hayırlı bir iş yapmıştır. “Eğitimde biz neredeyiz?” sorusuna cevap arayan devlet, öğrencilerin öğrenme istekleri, derslerdeki performansları ve geleceğe ilişkin tercih ve yönelimleri hakkında bilgi alarak politikayı ona göre belirlemeyi kabul etmiştir, bundan kaçınmamıştır.
PISA sınavı (projesi), öğrencilerin, Matematik okuryazarlığı, Fen Bilimleri okuryazarlığı ve Okuma Becerileri’ni ölçmenin yanı sıra, öğrencilerin sosyal eğilimlerine ilişkin bilgileri de vermektedir. PISA kapsamında 6 yeterlilik düzeyi tanımlanır.  1. Düzey 458-420  (en düşük),  6. Düzey 669 ve üzeri (en yüksek). Türkiye’de öğrenci sayısının çok hızlı artmasına rağmen, 2003 yılından bu yana önemli sayılacak mesafeler katettiğini söylememiz gerekir. Mesela 2003’te  matematik alanında, her yüz öğrencimizden 52’si temel becerilerden yoksun iken bu oran PISA 2012’de 42’ye düşmüştür. Puan, daha önemli bir göstergedir. PISA 2012’ye göre Matematik puan ortalaması 475’e, Fen Puanı 463’e, Okuma puanı ise 448’e çıkmıştır. Buna göre; Matematikte 3. Düzey (orta), Fende 3. Düzey (orta), okumada ise 2. Düzey(alt orta)deyiz.
Matematik okuryazarlığı, Fen Bilimleri Okuryazarlığı ve Okuma Becerileri’nde istenilen seviyede olmadığımız muhakkak. Ancak grafiğin sürekli yükselen bir trendde olmasını da göz ardı etmemeliyiz. Zira, “okuryazarlık” kavramı, öğrencinin bilgi ve potansiyelini geliştirip, topluma daha etkili bir şekilde katılmasını ve katkıda bulunmasını sağlamak için yazılı kaynakları bulma, kullanma, kabul etme ve değerlendirmesi olarak tanımlanır.
            ***
En büyük “varlığımız ve zenginlimiz” olarak değerlendirdiğimiz gençlerimizin, gelişmemizde  katkısını istediğimiz, tartışılmaz bir gerçektir. Eğitim-ekonomi ilişkisi, istihdama katkısı ve Türkiye’nin ekonomik dönüşüm sürecinin eğitimle desteklenebilmesi göz ardı edilmeksizin bilimsel bütün göstergelerin değerlendirilmesi elzemdir.
Aynı gelişmeler (Akreditasyon kuruluşlarının değerlendirmeleri), Yüksek Öğretimde de var. Zaman zaman sevindirici haberler de alıyoruz. Ancak bu, başka bir yazının konusudur...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.