İLKLERİN ADAMI: Nuri Demirağ

A -
A +

Cumhuriyetin ilk yılları... Yokluk ve yoksulluk had safhada... Enerji, sanayi, üretim yok denecek kadar az. Olanlar da yabancıların elinde. İliklerimize kadar sömürüyorlar... Yol yok, elektrik yok. Maden var lakin işleten yok...

          ***
Sermayedarın olmadığı, “Toplu iğne bile yapamayacak kadar sanayileşmeden" mahrum olduğu iddia edilen 1930’ların Türkiye’si.

Anadolu’nun ücra köşesinden, Divriği’den çıkan bir müteşebbis, ilk kez ihaleye bir “yerli”nin girmesi sonucu 7 km'lik demir yolu inşaatını alıyor ve başarıyla tamamlıyor.

Çalışması ve dürüstlüğü göz dolduran bu yeni müteahhit, peyderpey diğer ihaleleri de alarak binlerce insanın emeği ile 10 sene gibi bir sürede 1147 km demir yolu inşa ediyor.

Türkiye’nin en zengin adamı olarak “Bu ülkeden kazandığımı, yine bu ülkeye yatırmalıyım” düşüncesi ile ülkeyi bir uçtan bir uca “Demirağlarla” örmekle  kalmayıp, ülkenin ihtiyacı olan uçakları üretiyor.

Sahibi olduğu bugünkü Atatürk Havalimanının arazisinde “Gök Okulu” açıp gençleri pilot olarak yetiştiriyor... 1931 yılında İstanbul’a ilk Boğaz Köprüsü Projesi yapıp, kaynağını buluyor... Divriği’nin bir maden yatağı olduğunu, yaptırdığı araştırmalarla 14 çeşit madenin çıkarılması için teşebbüslerde bulunuyor... Yine 1930’lu yıllarda, ülkenin bu madenleri işletmesi için gerekli enerjinin olmadığının farkına varıp, “Keban Barajı” projesini gündeme getiriyor, kaynağını buluyor.

Karabük Demir Çelik Fabrikası, TBMM Binası, Çimento Fabrikaları, İzmit Kâğıt Fabrikası, Bursa Sümerbank Merinos Fabrikasını yapıyor... İlk paraşüt imalatını yapıyor... Çok partili sisteme geçen Türkiye’de ilk muhalefet partisini, Millî Kalkınma Partisini kuruyor... İlk özel Radyo istasyonu yatırımını yapıyor... Elektrik santrali kurmak istiyor... İstanbul’un en büyük doğum hastanesini yapmak istiyor... Erzincan depreminde devletten önce bölgeye gidip, yaralara merhem olmaya çalışıyor... Onlarca hayır yatırımı; okul, çeşme, cami yaptırıyor... Daha niceleri...

          ***

Ülkenin baştan başa imarı ve zenginliklerini ortaya çıkarmak için otuz yıl içerisinde olmayacakları oldurmuş, imkânsızları başarmış.

Yani yapmıştı, üretmişti...

Her yaptığı dünyada ses getirmiş, ancak sesini Ankara’ya duyuramamıştı. Kale gibi kapılar, her seferinde Nuri beyin yüzüne kapatılmıştı.

“Eğer kazandığımı yemeye kalksam yedi ceddime yeter. Ama ben ülkenin ceddini düşünüyorum” diyordu.

“Bu ülke zengin olmalı, üretmeli” diyordu...

Diyordu da, kulaklar sağır olmuş, sesini duyuramıyordu.

Anadolu’nun bağrından çıkmış bu “Öncü” insan, dönemin “Kifayetsiz muhterisler”i tarafından engelleniyor, “hadd bildiriliyor”, “öteleniyor”, “yeşertilmiyordu...

Hayatını bu millete faydalı olmak için geçirmiş “ilklerin adamı”, her engellenişte kendi kendine sormuş;

“Niçin?..”

Ümitsizliğe düşmeden, her engellenmede yeniden başlamış mücadeleye...

          ***

Sonuçta, Türkiye’nin en zengin iş adamı olan Nuri Demirağ, ölürken kızına “Otuz yıl geç dünyaya gelseydim Türkiye’nin çehresi değişirdi” diyecektir.

Bugün durup düşündüğümüzde, bütün bu engellemeler, ne adına yapıldı?

Kıskançlık, devletçilik, öngörüsüzlük, nemelazımcılık, burun kıvırmacılık, “ben... sadece ben...” demecilik... Ne derseniz deyin!..

Aklınızdan geçeni biliyorum. Hadi onu da siz deyiverin...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.