MİSYONSUZ VİZYON, İLLÜZYONDUR...

A -
A +

Son zamanlarda çok sık kullanılan kavramlar vardır. Vizyon, misyon, koordinasyon, motivasyon, delegasyon, otomasyon...

Bunlar “güzel” kavramlardır. Modern işletme biliminin de olmazsa olmazlarıdır. Ancak kavramlara “güzellik” veren lafız değil ruhtur.
Çok sık tüketilen, altı doldurulmamış kavramlar sıkıntılıdır. El taşın altına girmezse, bir “misyon” yüklenmezse, bizim meşhur “vizyon”, olur “illüzyon”.
***
Nasıl mı?
Yıl 1945... 6 Ağustos... Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan bombalardan sonra Japonya pes etti. İmparator Hiro Hito, halkına bir çağrıda bulunur;
“Ey halkım, bittik! İki yolumuz var ya toplu harakiri, ya toplu kalkınma”...
Halkın tercihi malumunuz; “Toplu kalkınma...”
Hiro Hito devamla, “Öyle ise bizi bu hâle getiren ülkenin konumuna ulaşmak için 30 yılımız var. Var mısınız?!”
Bu muhteşem bir vizyondur.
1945'ten 1975’i hedef gösterir.
Japon halkı “varız” der.
“Öyle ise; israf yok, tatil yok, günde 15 saat çalışmaya var mısınız?” çağrısına;
“Varız!” cevabı gecikmedi.
İşte bu da “misyon”du... Yani bir neslin kendini gelecek nesle köprü etmesi, feda etmesi, ileri sürülen vizyonun gereğinin yapılması.
Ve yapıldı. Vizyon, misyonla birleşince kalkınmada “Japon harikası” gerçekleşti.
***
Yakın tarihten bir enstantane... 1990’lı yılların sonu... Asrın depremi Marmara’yı vurmuş, devlet bölgeye telefonla bile ulaşılamıyordu. Ekonomik kriz had safhaya gelmiş, memura maaş ödenememesi konuşuluyordu.
Rahmetli ablam SSK hastanesinde yatıyor, ilacı sadece hastanenin eczanesinden temin edebiliyorduk, iki saat kuyruk bekledikten sonra ilacın olmadığı söyleniyordu.
Vergi yatırmak bir çile, banka işlemleri ızdıraptı... Sanayi yatırımları durmuş, başbakanlığın önünde yazar kasalar fırlatılıyordu... Uçağa binmek “elit” ve “zengin” kesimin” hakkıydı... Demiryolu, neredeyse bitmiş, sadece İstanbul-Ankara arasına mahsus hâldeydi.
Şırnak, Muş, Batman, Tunceli, Kırşehir, Nevşehir, hasılı hemen bütün Anadolu gençliği, üniversite için büyük şehirlere gelmek zorundaydı.
Tabii ki her yönetici iyi niyetle çabalıyor, ülkeyi geliştirmek için kendi doğrularını uygulamaya çalışıyorlardı.
Eksik olan, verilen sözle, gerçekleşen arasındaki büyük uçurumdu. Zira biliyoruz ki; beklenti ile gerçekleşen arasında ciddi bir koralasyon vardır. Gerçekleşen, beklentinin altında ise mutsuzluk, üstünde ise tatmin vardır.
Bu ikili, bir türlü buluşamıyordu. Çünkü “misyon vizyonsuzdu” ve gerçek anlamda bir illüzyon vardı.
***
Bugün birçok (ama birçok) alanda mevzubahis dengeyi görebiliyoruz. Hedefler belirleniyor (vizyon), belirlenmekle kalmıyor, gereği yapılarak (misyon) gerçekleşiyor. 
Ülkem adına mutluluk verici. Hatta gurur verici.
***
Yaklaşımımı, yine modern yönetim biliminin kavramlarından “optimist” bulabilirsiniz. Tabii ki eksiklikler vardır, tabii ki her şey mükemmel değildir. Ancak her olanı kötümser değerlendirmenin travmalarını  göz ardı etmemek gerekir. Travmaların telafisi ise yıllara saridir.
Merak etmeyiniz, misyonsuz vizyonlar anında kendini gösterir ve uygun tedbirler için gerekli uyarılar ve eleştiriler yapılır. Yapılmalıdır da...
Bilinmelidir ki; eğer gerçekleşme derecesinde düşüklükler varsa, biraz da kendimize, bireysel olarak özümüze bakmamız gereklidir. Acaba biz, birey olarak vizyonumuzu gerçekleştirmek için nasıl bir misyon yüklenmekteyiz?
Öğrenci, hoca, iş adamı, işçi, çiftçi, yönetici, şoför olarak. Elbette siyasetçi olarak... Yani top yekûn bir millet olarak.
Sanki şöyle bir hastalığımız yok mu aziz dostlar!.. Eleştirmek güzel, ama başkasını olursa ... Kendimizi, asla.
Biz ne yapıyoruz, ne yapmalıyız? Esas sorulması gereken bu değil mi?
***
Sahi, şu vizyon-misyon ikilemi kafiyeli ama ruhsuz değil mi? Sanki “gaye-i hayal” daha dolu dolu geliyor bana.
Ne dersiniz?
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.