Hicâz?'dan başlayan kutlu yolculuk...

A -
A +
Büyük âlim ve velî Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (rahimehullah) Hicâz'daydı. Hindistân'ın o zamanki en büyük âlimi ve velîsi, kutbu olan Abdullah-i Dehlevî'nin talebesinden birisi gelir yanına...

Geçen hafta, Cuma ve Cumartesi makâlelerimizde, bir nebze kendisinden bahsettiğimiz büyük âlim ve velî Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (rahimehullah), hacdan sonra, memleketine gelip öğrencilere ders vermeye başladı. Fakat, gece-gündüz, hep, Hicâz'daki velî zâtın işâret ettiği Hindistân'ı düşünüyordu. Bir gün, Hindistân'ın o zamanki en büyük âlimi ve velîsi, kutbu olan Abdullah-i Dehlevî'nin talebesinden birisi geldi. İkisi bir odaya kapandılar; uzun zaman baş başa kaldılar. Bir süre sonra, ikisi birlikte Hind yolculuğuna çıktılar...
Büyük âlim ve velî Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (rahmetullahi aleyh), 1224 [m. 1809] senesinde Bağdâd'dan hareket ederek, önce Tahrân'a uğradı. Bu yolcuğu esnâsında, Tahrân'da Şîî âlim İsmâîl Kâşî ile görüştü; o Ehl-i Sünnetin aleyhinde ileri-geri laflar söylüyordu; onunla yaptığı konuşmalarda kendisini talebesi arasında rezîl etti, mahcûb duruma düşürdü. Şöyle ki, vaktiyle Şîî tefsîrlerde, "Bedir esîrlerini saldığın için, Allahü teâlâ seni afv etti" âyeti, Ebû Bekr'i azarlamaktadır" diye, okumuştu.
Kâşî'ye "Peygamberler günâh işler mi?" dedi. Kâşî, "Hayır, işlemezler" dedi. Zâhire göre "Allahü teâlâ, seni afv etti âyeti, Peygamberlerin günâh işlediklerini gösteriyor" buyurdu. Kâşî, "Bu âyet, Peygambere karşı değildir. Ebû Bekr'i azarlamaktadır" dedi. "O hâlde, Allahü teâlâ, Ebû Bekr'i afv ettim buyuruyor da, siz niçin afv etmiyorsunuz?" dedi. Kâşî, bu suâle cevâb veremeyip mahcûb oldu.
Sonra Bistâm, Harkân, Semnân ve Nişâpûr'dan geçti. Uğradığı yerlerdeki evliyâyı şiirleriyle medheyledi. Tûs şehrinde, Peygamber Efendimizin mübârek torunlarından İmâm Ali Rızâ'nın (kuddise sirruh) türbesini ziyâret edip onu metheden güzel kasîdeler okudu. Câm ve Herât'tan geçti. Her şehirden ayrılırken âlimler ve halk ona âşık olup sâatlerce yolda kendisini uğurluyorlardı. Kandehâr, Kâbil, Peşâver âlimlerinin suâllerine verdiği cevâplarla hepsini hayrân bıraktı. Lâhor'a ve sonra da Delhî/Dehlî'ye tâm bir senede yürüyerek gelmiş, orada vâris-i ulûm-i Rabbâniyye, câmi-i kemâl-i sûrî ve manevî, büyük âlim ve velî seyyid Abdullah-ı Dehlevî'den (kuddise sirruh) [1158 - 1240]  ilim ve feyz almış, onun kalbine yerleştirdiği zikre devam etmiş ve dokuz ay çalışıp, "huzûr ve müşâhede makâmı"na erişmiştir. Kendisinde "Vilâyet-i kübrâ" hâsıl olmuştur. "Müceddidiyye", "Kâdiriyye", "Sühreverdiyye", "Kübreviyye" ve "Çeştiyye" tarîklerinde kemâle gelmiştir.
Abdullah-i Dehlevî hazretlerinin mübârek kalbindeki bütün esrâra/sırlara mazhar olmuş ve 1226 yılında, kendi vatanı olan Süleymâniyye'ye avdet etmiştir.
Oradan, Bağdâd'daki Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin hânesine yerleşmişlerdir. Burada yüzlerce talebe yetiştirmiştir. Dört bin talebesine ilimde ve tasavvufta icâzet vermiştir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.