Îmânla ilgili bazı terimler

A -
A +
Geçen hafta Cumartesi günkü makâlemizde, "îmân-ı hakîkî" tabiri geçmişti. Bugünkü makâlemizde, bu konuda diğer bazı terimlere daha yer vermek istiyoruz. Hem geçen haftaki, hem de bu haftaki bilgiler, bizim de tertip heyetinde bulunduğumuz "Dînî Terimler Sözlüğü"nden alınmış, ama üzerinde bazı tasarruflar yapılmıştır.
"Îmân-ı Kâmil" tabiri de var: "Olgun îmân", "En üstün derecedeki îmân", "Mü'minlerin ibâdet ederek Allahü teâlânın emirlerini yapıp harâmlardan kaçınmak sûretiyle, parlayan, kuvvetli ve olgun îmânı" demektir.
Bir hadîs-i şerîfte: "Bir kimse kendi istediğini dîn kardeşi için de istemedikçe, îmânı kâmil olmaz" buyurulmuştur.
Îmânın kâmil (olgun) veya noksân olması, ibâdetlerin çok veya az olması demektir. İbâdet çok olunca, îmân-ı kâmile kavuşuldu denir. (İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe)
İbâdetleri, Allahü teâlânın beğendiği şeyleri yapmakla îmân cilâlanır, nûrlanır, parlar, yani îmân-ı kâmil olur. Harâm işleyince bulanır. O hâlde çoğalmak ve azalmak, amellerden, işlerden dolayı îmânın cilâsındadır; kendisinde değildir. Bâzıları cilâlı, parlak îmâna "çok" dedi ve parlak olmayan îmândan "daha çoktur" dedi. Bir hadîs-i şerîfte, "Ebû Bekr-i Sıddîk'ın îmânı, bu ümmetin hepsinin îmânlarının toplamından daha ağırdır" buyuruldu. Bu da îmânın nûru, parlaklığı bakımındandır. Fazlalık asılda, özde değil, sıfatlardadır. (İmâm-ı Rabbânî)
Îmân-ı kâmil sâhibi; güzel ahlâklı ve ev halkına lütfu, ihsânı, şefkati çok olan kimsedir. (İmâm-ı Rabbânî)
"Îmân-ı Yakînî": Sağlam, sarsılmayan, şüphe ve tereddüt bulunmayan îmân, i'tikâd.
"Îmân-ı Şühûdî": Basîret (kalb gözü) ile müşâhede ederek, görerek olan îmân.
Dünyâ durdukça ve dünyâ hayâtı ile yaşadıkça gayba inanmaktan başka çâre yoktur. Çünkü bu dünyâda hakîkî îmân-ı şühûdîye kavuşmak mümkün değildir. Âhiret hayâtı başlayıp vehm ve hayâlin kuvveti kalmayınca, görerek hâsıl olan îmân-ı şühûdî kıymetli olur.
Muhammed (aleyhisselâm) dünyâda iken yâni Mi'râc gecesinde âhiret âlemine götürülerek baş gözü ile Allahü teâlâyı görmekle şereflendiği için, O'nun îmânı şühûdîdir demek güzel olur. Çünkü başka mü'minlere Cennet'te ihsân edilecek olan ni'met, O yüce Peygambere bu dünyâda nasîb oldu. (İmâm-ı Rabbânî)
"Îmân-ı Ma'sûm": Peygamberlerin aleyhimüsselâm îmânı.
Îmân-ı ma'sûm tafsîlîdir. Bunlar inanılacak husûslara ayrı ayrı îmân ederler. Dînlerinin ilimlerini tafsîlen (geniş olarak) bilirler. Bâzı hükümlerde ictihâd ederler. Peygamberlere, Allahü teâlâdan doğrusu bildirildiğinden hatâ üzere kalmazlar. (İmâm-ı Birgivî)
"Îmân-ı Metbû": Meleklerin îmânı.
"Îmân-ı Makbûl": Mü'minlerin (Peygamber Efendimizin söylediklerinin hepsini beğenip kalben kabûl edenlerin) îmânı.
"Îmân-ı Merdûd": Münâfıkların (dilleri ile inandıklarını söyleyip kalben inanmayanların) yalnız dil ile söyledikleri îmân.
"Îmân-ı Mevkûf": Ehl-i bid'atin (yanlış, bozuk inançta olanların) îmânı.
Şimdi de hılkî ve kesbî îmân terimlerini ele alalım:
"Îmân-ı Hılkî": Allahü teâlâ, bütün rûhları yarattığı zaman, onlara: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunda, bütün ruhların "Belâ" yani "evet" diyerek Allahü teâlânın Rab olduğunu kabûl edip inanmaları.
"Îmân-ı Kesbî": Bir kimsenin âkıl (akıllı) ve bâliğ olduktan (ergen, gusül/boy abdesti alacak yaşa geldikten) sonra ettiği îmân. [İnşâallah yarın konuya devâm edeceğiz.]
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.