Şartlarına uygun yapılan tevbe

A -
A +

Tevbe ve istiğfâr kalb ile, dil ile ve günâh işleyen azâ ile birlikte olmalıdır. Kalb pişmân olmalı; dil, duâ etmeli, yalvarmalı; azâ/organlar da günâhtan çekilmelidir.

Büyük İslâm âlimlerinden İmâm-ı Gazâlî, "İhyâu Ulûmi'd-Dîn" isimli kıymetli kitâbını farsça olarak özetlediği "Kimyâ-i Seâdet" isimli eserinde buyuruyor ki:

"Şartlarına uygun yapılan tevbe, muhakkak kabûl olur. Tevbenin kabûl edileceğinde şübhe etmemelidir. Tevbenin şartlarına uygun olup olmamasında şübhe etmelidir."

Tevbe ve istiğfâr kalb ile, dil ile ve günâh işleyen azâ ile birlikte olmalıdır. Kalb pişmân olmalı; dil, duâ etmeli, yalvarmalı; azâ/organlar da günâhtan çekilmelidir.

[Birçok âyet-i kerîmede "Beni çok zikr ediniz" ve "Nasr/İzâ câe" sûresinde "O'na istiğfâr et. O muhakkak tevbeleri kabûl edicidir. (Cenâb-ı Hak, duâlarınızı kabûl ederim, günâhlarınızı afv ederim)" buyuruyor. Görülüyor ki, Allahü teâlâ, çok istiğfâr edilmesini emrediyor.

Bunun için, Muhammed Ma'sûm Fârûkî hazretleri, "Mektûbât-ı Ma'sûmiyye"sinde [II. cild, 80. Mektûb] "Bu emre uyarak, her namâzdan sonra yetmiş kerre istiğfâr ediyorum. Yani, "Estağfirullah" diyorum. Siz de bunu çok okuyunuz. Her birini söylerken manâsını "Beni afv et Allahım" şeklinde düşünmelidir. Okuyanı ve yanındakileri, dertlerden, sıkıntılardan, hastalıklardan kurtarır" buyurdu.] [Rıyâdu'n-nâsıhîn II. kısım, II. bâb, 1. Fasıl]

"Allahü teâlâ, tevbe edilmeyen herhangi bir günâhtan intikâm alabilir. Çünkü, Allahü teâlânın gadabı, günâhlar içinde saklıdır. Allahü teâlâ pek kuvvetli, herkese gâlib ve intikâm alıcıdır. Yüz bin sene ibâdet eden makbûl bir kulunu, bir günâhtan dolayı, sonsuz olarak reddedebilir ve hiçbir şeyden çekinmez!..

Mûsâ (aleyhisselâm) zamânında, Bel'am bin Bâûrâ, 'İsm-i a'zam'ı biliyordu. Her duâsı kabûl olurdu. İlmi ve ibâdeti, o derecede idi ki, sözlerini yazıp istifâde etmek için, ikibin kişi hokka ve kalem ile yanında bulunurdu. Bu Bel'am, Allahü teâlânın bir harâmına, az bir meylettiği için, îmânsız gitti. 'Onun gibiler köpek gibidir' diye dillerde kaldı.

Kârûn, Mûsâ aleyhisselâmın akrabâsından idi. Mûsâ (aleyhisselâm) buna hayır duâ edip kimyâ ilmini öğretti, o kadar zengin olmuştu ki, yalnız hazînelerinin anahtarlarını kırk katır taşırdı. Birkaç kuruş zekât vermediği için, bütün malı ile birlikte, yer altına sokuldu.

Allahü teâlâ, nice kimselerden, bir günâh sebebi ile, böyle intikâm almıştır. O hâlde, her mü'minin günâh işlemekten çok korkması lâzımdır. Ufak bir günâh işleyince tevbe, istiğfâr etmesi, yalvarması lâzımdır." [Kimyâ-i Seâdet]

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.