HİLAFET

A -
A +
Şöyle bir şer’i hüküm vardır:
“Bir şehirde bir insan açlıktan ölse o şehirde yaşayanlar, o ölümden mesul olurlar!”
İslam fıkhının; hukukun bu kaidesi, cemiyeti vicdanen ve fiilen birbirine yaklaşmaya, diğerinin derdiyle dertlenmeye yönlendirdiği anlaşılıyor. Burada inzibâtî müeyyide, polis denetimi yoktur fakat günaha girme korkusu vardır. Hükmün hayat bulması, cemiyete iyilik alışkanlığı kazandırmaktadır.
 
Fâkihler; hukukçular, hüküm ibaresindeki “şehir” kelimesini herhâlde dar anlamda yorumlamamışlardır. Çünkü şehir kelimesi, köy üstü yerleşim birimlerinin her birini ifade eder. Çağımızda dünya artık kocaman bir köye döndü.
 
Arz küre, ilk varoluşundan bu tarafa böyle bir yüksek nüfusa, bu kadar çok devlete hiç sahip olmadı. Keza haberleşme ve ulaşım hiç bu kadar kolaylaşmamış, mesafeler hiç bu kadar yakınlaşmamıştı. Hudutlar da bir bakıma izafî kavramlar hâline geldi. Istılaha; literatüre “mavi vatan”, “gök vatan”, “siber vatan”, “sosyal medya” gibi kavramlar girdi.
 
Bütün bu saydıklarımız ve daha ilave edilecek munzam malumat gösteriyor ki “dünya” denilen yerküre, köy olmasa bile büyük bir şehre dönüşmüştür. O hâlde bu şehirde komşudan mükellefiyet kaçınılmazdır. Sevgili Peygamberimiz -aleyhisselâm- komşusu aç iken tok uyuyanı kınamaktalar. Bu tarifte aidiyet değil “komşu” kelimesi öne çıkmaktadır:
 
-Komşusu aç iken tok uyuyan bizden değildir!
O insan, o aile kim olursa olsun hâlleri, diğer komşulara mükellefiyet yüklemektir.
Yürürlükteki hukukta da “üçüncü kişi lehine meşru müdafaa” diye bir mefhum vardır.
Bütün bunlardan çıkan sonuç şudur:
Yalnızca Türk Milleti değil,
Yalnızca İslâm Ümmeti de değil,
 
“Dünya” adlı bu şehrin her devleti, her milleti ve her ferdi, Şarkî Türkistan, Arakan gibi yerlerde yaşanan zulümler, işgaller ve hürriyet gasplarından sorumlu olduğu gibi özellikle 7 Ekim 2023’ten bu yana da Filistin’de öncelikle de Gazze’de bebek, çocuk, kadın yaşlı, sivil demeden yapılan korkunç Siyonist soykırımından, enkaza dönen hanelerden, mamasız kalan bebeklerden, aç kalan çocuklardan, mezarsız kalan ölülerden de sorumludur.
 
Gazze münasebetiyle dünya bugün şöylece ayrılmıştır:
Soykırımı, vahşeti, mezalimi yapan ırkçı İsrail ve ona destek olan daha ziyade müstemlekeci Batılı devletlerle Netanyahu Naziliğine karşı çıkan Türkiye Cumhuriyeti ve yanımız sıra Katar gibi kısmî destek veren birkaç başka devlet.
 
Diğer yanda ise bir milleti imha etmeye azmetmiş İsrail’e destek olan devletlerle İsrail mezalimine karşı olan devletlerin vatandaşları, bîçâre Filistin halkının, Gazzeli mazlum ve mağdurların yanındalar. Japonya’dan Amerika’ya, Moskova’dan Yemen’e kadar insaftan ve vicdandan nasipli insanlar, Gazze’ye derman olmak için türlü tavır ve protestolarla meydanları doldurmaktalar.
 
Yaşanan çelişki şudur:
Devletler, başka hesapta, o devletlerin halkları başka hesaptadır. Manzarada taban tabana bir zıtlık var. Bunun sebebi şudur:
I. Cihan Harbi’nden sonra masabaşında yalnızca yeni haritalar çizilmedi. Başında İngiltere olan sömürgeci devletler, işgalcisi oldukları devletlerin yerine göre hukukundan, alfabesine, gündelik hayatından alışverişine, telakki kıstaslarına, modadan, eğlenceye, takvime kadar ne varsa hepsi Garplılaşma adıyla yönetimlere kabul ettirdiler. Bunlar arka kapı çalışmalarıydı. Bu uygulama geriye doğru Fransız İhtilaline dayanan bir cereyanın mahsulüdür. Sonraki zamanları hayli etkileştirmiştir.
 
Arkasında felsefî gelişimden beslenen mason ve siyon iş birliği mevcuttur. Bu çalışmayla önce birinci sonra ikinci umumi harplerle devletler kendi asliyetlerinden koparılmış, başkentler örtülü vesayet altına alınmıştır. Rakip imparatorluk ve saltanatları dağıtan İngiltere, kendi imparatorluk ve hanedanını ayakta tutarak ben merkezli yeni dünya düzenini çizmiştir. Bilindiği gibi İsrail’i Filistin topraklarına bina eden Londra, onu himaye eden Washington oldu.
Bütün bunlardan dolayı geçen zaman içinde alttan alta milletler ve yönetimler farkı zuhur etti. Memleketler, ya Orta Doğu İslam coğrafyası gibi kendi idarelerinin işgali altına girmiş oldular veya sair arz küre parçalarındaki gibi yönetimler vesayete alındılar. Böylece de insanlar, kendi memleketlerinde serbest gezen esirlere benzediler.
 
Bugün işgal altındaki Arap coğrafyasında, Fars coğrafyasında millet, ‘Gazze Celladı’nın emsali görülmemiş soykırımına karşı sesini yükseltemiyor. Diğer ülkelerin esirleri daha şanslı. Onlar meydanlara çıkıp sözle olsun haksızlığa muhalefet etmekteler.
 
Gazze’deki soykırıma karşı milyonluk katılımla ilk miting İstanbul’da olmuştu. Onu Endonezya ve Yemen takip etti.
 
2024’ün ilk haykırışı ise 1 Ocak günü STK’ların öncülüğünde İstanbul’da sabahın 08.30’unda Mecidiye [Galata] Köprüsünde yapıldı. Hareket, Selatin Camileri merkezliydi. Yüz binlerin yüreği aynı aşk için atıyordu.
 
Komşumuz olsun veya olmasın, hangi aidiyetten yer alırsa alsın şehrimizde açlıkla kıvranan biri varsa uyumadık. Tanıyalım veya tanımayalım, kardeş olalım veya olmayalım namlular doğrultulan birilerini gördüysek sessiz ve hareketsiz kalarak dilsiz şeytanlığı kabullenmedik.
 
Bu itibarla:
Hiçbir ahmaklık, hiçbir ihanet, hiçbir tezgâh, hiçbir top oyunu, hiçbir soysuzluk, Gazze’yi Müslüman Türk’ün gündeminden düşüremeyecektir.
Gazze ve topyekûn Filistin, Türkiye’nin millî dâvâsıdır. İslâm âleminin kanayan yarasıdır. Vicdanlı dünyanın gözyaşıdır. Ankara’nın müdafaa hattıdır.
 
Gazze, “arz-ı mev’ud” çılgınlığının önündeki kaledir. Gazze Direnişi, Halife Sultan V. Mehmed Reşad’ın cihad ilânıyla başlayan Millî Mücahede’mizin devamıdır.
 
Gasbedilmiş haklar, Çalınmış hürriyetler, işgal edilmiş toprakların hesabının görüleceği Türkiye Yüzyılında adalet ve hukuk esaslı bir nizâm-ı âlem kurulacaktır. Bu sebeple hava savunmamız da fikrî inşamız da fevkalade önemli. Sadece kendi adımıza değil, susturulan ümmete vekâleten de sahadayız.
 
Hilafet’in ilgasına dair 3 Mart 1924 tarihli kanunun 1. Maddesi şöyledir:
“Halife, hal’ edilmiştir. Hilafet, Hükûmet ve Cumhuriyet’in mânâ ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan Hilafet makamı mülgadır.”
Kanunda Hilafetin yönetimin şahsında yer almış olduğuna dair olan ibare, Hilafetin yok edilmediğini ifade etmektedir. O günün şartlarında askıya alınmıştır. Devlet aklı, ihtiyaç duyunca da işletilebilecektir.
 
Türkiye, bugün İslâm âleminin dâvâlarının da takipçisidir. Bugün Hükûmet, fiilen, Halife-Hükümdarın mükellefiyetlerini yapmaktadır.
Fatih Sultan Mehmed Han, Halife ünvanına malik değildi. Ama Halife gibi Müslümanların haklarını koruyordu.
 
İşimiz, şartlanmışlıklara yüz vermeden düşünmek, paylaşmak, müzakere etmek, yol açmak...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.