Akademik hayata atıldığım yetmişli yıllarda Federal Almanya'da doktora yaptım. Konum 'Tarımsal Kooperatifçilik' idi. Almanya'da ve dünyada kooperatifçilik konusunda ne olup bittiğini, çalıştığım Giessen Justus von Liebig Üniversitesi 'Tarımsal Kooperatifçilik Enstitüsü'nün zengin kütüphanesindeki kaynaklardan araştırma imkânı buldum. İnsan okudukça ve araştırdıkça ön yargıları bir bir yıkılıyor. Önce dünyada ve Türkiye'de 'Kooperatifçiliği komünistlikle aynı kefeye koyan' paradigmayı yıktım kafamda. Hür ve demokrat siyasi sisteme sahip olan birçok ülkede ve mesela Almanya'da kooperatiflerin gerçek anlamda üçüncü sektör olduğunu yaşayarak gördüm. Komünist ülkelerdeki 'Üretim Kooperatifi' olarak lanse edilen kuruluşların gerçek kooperatifler olmadığını, bunların kolektivist sistemi dayatma aracı olarak kullanıldıklarını! anladım. Nitekim son yıllarda o sistemle beraber bu kooperatifler de yok oldular. Bundan daha önemlisi, insanlara belli bir kooperatif modeli dayatmanın anlamsızlığını anladım. Her ülke, hatta her bölge kendi örf, âdet, kültürüne uygun iş birliği (Kooperasyon) modellerine kafa yormalıydı. (Bu konuyu bundan önceki yazılarımdan birinde yine gündeme getirdiğimi hatırlıyorum). Yani Türkiye'de olduğu gibi uzun yıllar dayatılan devlet güdümlü 'yalancıktan kooperatif'lerle bir yere varılmıyordu. Şimdi bugün (dün) haberlerde Diyarbakır dolaylarında 'Hayvancılık Organize Bölgeleri' kurulacağını duyunca bayağı heyecanlandım. Bu bir 'Kooperasyon' 'İş birliği' modelidir. Herkesin kendi hayvanına sahip olduğu bu modelde üreticilere; uygun kiralık barınaklar, damızlık hayvan, yem, veteriner hizmeti, pazarlama imkânları sunulacak, bölge insanının hayvan beslemedeki engin kültürü teknik destek sağlanarak daha başarılı bir üretim gerçekleştirilecektir. Adam gibi çalışmayan, beceremeyen gidecek yerine yeni üreticiler gelecektir. Yıllarca kooperatifçiliği ideolojileri için araç olarak kullanıp 'Sloganlar atarak' üretimi artırabileceklerini sanarak ha bire 'bağcıyı dövenler' buyursunlar 'üzüm yemeye...'