Oniki Eylül darbesi olduğu zaman bendeniz üniversitede asistan idim. Darbeyi izleyen günlerde Alaşehir'e anne-baba-kardeş hasreti gidermeye gittiğimde babam her zaman yaptığı gibi takıldı: 'Eee hocam, ne oldu şimdi? Ne değişti memlekette?' Ben de darbeden önce meclisin aylar boyu toplanıp tur üstüne tur yapıp bir türlü Cumhurbaşkanını seçememesinden hareketle hocalığımı! göstermek için 'Baba şimdi artık dörtyüz elli kişi konuşmayacak, beş kişi konuşacak' dedim ve şöööyle bir havaya girmek üzereydim, esprili bir cevap verdiğim düşüncesiyle. Rahmetli golü atıverdi 'Oğlum beş kişi de çok, bir kişi konuşmalı!' O gün ilkokul mezunu babacığımın söylediği 'Bir örgütte, (aile, takım, şirket, devlet) son sözü bir kişinin söylemesi' prensibinin geçerliliğini ömrüm boyunca yaşayarak gördüm. Buradan hareketle içinde bulunduğum iş ortamlarında üzerinde en çok durduğum husus 'İki başlılık olmaması' olmuştur. Ancak burada keyfi kararlar alan bir 'diktatörlükten' bahsetmediğimizi köşemizin müdavimleri bilirler. Bir organizasyonun başarısının temelinde en önemli konu -moda tabiriyle- 'ortak aklın' kullanılmasıdır. Yani bizim yönetim kültürümüzün en önemli unsuru olan 'İstişare et, karar ver, o kararda sabit ol!'un yeni versiyonu. İşte bu istişare edilip karar verildikten sonra bir organizasyonun 'sebatkar' olabilmesi için artık 'Tek bir kişi'nin konuşması gerekiyor. Bunun şu andaki en güzel örneği Amerika Birleşik Devletlerinde uygulanan Başkanlık Sistemi'dir. Aslında bu sistemi kurarken Osmanlı Devlet Geleneğin'den esinlendiklerini kendilerinden zaman zaman duyuyoruz. 'Anadolu Aslanları' denilen şirketlerimizin son yıllarda gösterdikleri başarılı performansın temelinde de bu geleneğin etkili olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü onların dedeleri-ataları bu konuda da yolu göstermişler; 'Danışan dağları aşar, danışmayan düz yolda şaşar' 'Horozun çok olduğu yerde sabah geç olur' demişler. Aslında lafı uzatmadan bu iki atasözünü yazıp lafı kesseydik de olurdu. Ne dersiniz?