Solun sonu...

A -
A +

Eğer bir gazetede, hele bir de yazar olarak çalışıyorsanız, her gün onlarca, her hafta yüzlerce mektup, dergi, kitap, e-mail, vs. yağar odanıza, bilgisayarınıza. Bunlara belli bir zaman ayırabilmek, işe yararlarını ayıklayabilmek, özümseyip okuyucularınıza köşenizin misyonuna (varsa) uygun olanlarını aktarabilmek, özen ister, sabır ister. Bunun yanında bazı fikirleri tamamen iktibas etmek, egonuzu yenmek, kendinizi aradan çekmeyi ister. Bugün sizlere, İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği yayın organı olan BARAKA dergisinin Ocak 2008 sayısından, alışılmışın dışında çok uzun bir yazıyı aktarıyorum. 68 kuşağının en önemli teorisyenlerinden Michael Albert ODTÜ'lülerin misafiri imiş. Yaptığı söyleşiden Türkiye'nin önünü açacağına inandığım satırlar, buyurun: "1995'te bir panel sırasında aklıma aniden bir fikir geldi. 1965 yılından 1995 yılına kadar yaklaşık 30 yıl geçmişti ve kendime şunu sordum; ABD'de de ne kadar insan sol düşüncenin yakınına gelebilmişti. Sol düşünceye yakın temalar içeren, Vietnam Savaşı karşıtı eylemler, işçi hareketi, feminist hareket, medeni haklar hareketi, gay-lezbiyen hareketi, nükleer silah karşıtı hareket, Nicaragua, El Salvador veya Irak Savaşı karşıtlığı gibi... Bu hareketlere yaklaşık kaç kişi katılmıştı? Muhfazakâr bir yaklaşımla 10 milyon kişi veya daha olası bir tahmin 15 milyon kişi. Düşüncemin ikinci bölümü; bizim diğer insanların sorunlarıyla da ilgilenen, iyi insanlar olduğumuz varsayımını içeriyordu. Öngörü sahibiydik. Peki, hangi cehennemdeyiz? Ve kendi kendime düşündüm; eğer biz bu insanları tutabilseydik, bu insanların her birinin etkileyeceği diğer insanlarla birlikte ABD'de 1995'te belki, 30,40 veya 60 milyon solcu olacaktık. Kendime mevcut tablonun kimin suçu olduğunu sordum. Bu bizim hatamızdı. Her şeye rağmen, eğer biz solcular iyi bir toplumsal vizyona sahip, toplumun diğer bireylerini de düşünen iyi bireylersek, cazibe ve çekim merkezi olmamız gerekir. İnsanlar cazip fikrin yakınına geldiklerinde daha da etkilenip çekim alanına girmeliler. Zaman içinde bu görüşe daha bağlı hale gelmeliler. Oysa bunun tam tersi olmuştu. Ben işte buna "yapışma problemi" (stickiness) adını vedim, çünkü biz tutabileceğimiz insanlara yapışıp onları kendi tarafımıza alamamıştık. Bu, küçük bir problem değildir. Eğer biz dünayı değiştirmek iddiasındaysak, ihtiyaç duyacağımız sayıları göz önüne alırsak, bu sorun zaman içerisinde daha da önemli hale gelecek. Şimdi bir başka problem... 1960'ların ortalarında solculuk hayatıma yeni başladığımda, insanlar bana şöyle diyordu: "Evet, anlıyorum, bizim sahip olduklarımızı istemiyorsun, ama sen ne istiyorsun?" Bu soruyu 40 yıldır mütemadiyen işitiyorum: "Ne istiyorsunuz?" Ve buna sol cevap veremiyor. 1960'lardan günümüze kadar solcuların ürettikleri ve ırkçılığın, cinsel ayrımcılığın, kapitalizmin veya savaşın ne kadar kötü olduğunu anlatan bildiri, kitap, makale, video ve röportajlardan bir yığın yapalım, bu yığın muhtemelen aya kadar varacaktır. Lütfen dikkat edin, insanlar mütemadiyen, "lütfen yoksulluğun ne kadar kötü olduğunu açıklar mısınız?", "lütfen cinsel ayrımcılığın neden incittiğini anlatır mısınız?" "lütfen bombaların nasıl öldürdüğünü söyler misiniz?" diye sormuyorlar sadece, "Ne istiyorsunuz?" diye soruyorlar. Ve biz yıllar boyunca aya kadar ulaşan bir yığın kuru gürültüyle, insanlara bizzat ıstırabını çektikleri ve çok iyi bildikleri kötü şeylerin ne kadar kötü olduğunu tekrar tekrar anlattık..." Sonrasında Albert kapitalizm'e karşı ortaya attığı "Katılımcı Ekonomi" modelini özetliyor. Söyleşinin İngilizce deşifre metni için "http:\zmag.org/content/showarticle.cfm?sectionID=41&ItemID=14581" linkinden ulaşabilir. Aşırı uçların "orta yol"a doğru yolculukları bütün hızıyla sürüyor.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.