Öyle meslekler vardır ki, insanı istemese de kültürlü kılar ve bilgi ile doldurur. Bunlardan biri televizyon kameramanlığıdır mesela... Yıllarca o konferans senin, bu program benim, o seminer, bu zirve, bu basın toplantısı, şu tartışma programı... Bu insanlar gerçekten genel kültür açısından kademe atlıyorlar. Zaten zaman içinde kendini yetiştirmede başarılı olanlar, yönetmen, program yapımcısı ekseninde ilerleyip gidiyorlar. Bir diğer meslek de taksi şoförlüğü... Her gün yüzlerce insanla beraber oluyorlar... Berberler de öyle ama, berberlerin müşterileri daha dar bir çevreden oluyor. Şoförler kadar geniş bir perspektife sahip olamıyorlar... Gençlerimizin gözü dışarıda Sonuçta müşteri eğer somurtup oturmak isteyen bir tip değilsebazı şoförler konuşmaya bayılıyorlar. O zaman yolculuk bir sohbetle renkleniyor... Cumartesi günü de öyle oldu. Akşam üzeri, bu kadar topu, popu, pubu bol bir ülkede kendilerini minik bir odaya hapsedip bilgi paylaşmaya, üstelik ülkede hâlâ önemi kavranamayan yönetim bilimi konusuna kafa yormaya gayret eden kültürlü ve samimi bir toplulukla beraber olmak üzere bindiğim takside kendimi böyle koyu bir sohbetin içinde buldum. Şoför, görmüş geçirmiş olduğu her halinden belli, ben yaşlarda oturaklı biri. Konuşmayı o başlattı: "Beyim, birçok gencimizin gözü dışarıda. Hepsi kapağı yurt dışına atmak için çırpınıyor. Kimisi Avrupalı bir kızla, kimi Avrupa'da özellikle Almanya'da mukim bir Türk kızıyla evlenmek için yanıp tutuşuyor. Evliliğin temel amacı bu olunca da tabii tadı olmuyor. Yurt dışına kapağı atınca boşanmalar vesaire, ama benim esas üzerinde durmak istediğim, bu insanlarımız neden ülkeden kaçmak istiyorlar? Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?" Kafa yorulması gereken soru Hiç umar mısınız böyle bir soruyu bir "taksi şoförü"nden? Şimdi o kısa yolculukta bendenizin ne cevap verdiğini merak ettiğinizi düşünüyorum. Peki siz olsaydınız ne cevap verirdiniz? Ya da Recep Tayyip Bey muhatap olsaydı bu soruya ne derdi? Şunu demek istiyorum, bu, bütün toplumun ve onu yönetenlerin ya da yönettiğini iddia edenlerin önemle ele alıp üzerinde samimiyetle kafa yormaları gereken bir sorudur. Hadi merakınızı gidereyim. Bendeniz o soruya bir soruyla cevap verdim: "Müsaade ederseniz ben de size bir soru sorayım ..... bey. Türkiye Cumhuriyeti'nin bir üyesi olarak Atatürk'ün "Muasır medeniyet seviyesini yakalama" tarzında ifade ettiği üst hedef diyebileceğimiz vizyonunu destekler tarzda, ülkenin 5 ya da 10 yıl sonrasını hedefleyen bir vizyonu var mı? Senin bu vizyondan ya da hedeften, gayeden haberin var mı? 'Bu vizyonun gerçekleşmesi için bana ne görev düşüyor' diye sorguluyor musun olan biteni!" "Avrupa Birliği'ne girmek, bir vizyon olabilir mi bu mânâda?" diye sordu şoför. "O iş dedim bir araç, varsa eğer gerçekleştirmek istediğiniz bir vizyon ona ulaşmada AB üyeliğini kullanabiliriz." "Bunun dışında bir hedef ya da sizin kullandığınız kelimeyle vizyonumuz olduğunu pek bilemiyorum" dedi. Bendeniz de "Acaba gençlerimiz önlerine böyle bir vizyon koyamadığımız için mi, yurt dışına gitmek istiyorlar sence? Yani bilgi çağının sunduğu imkânlardan faydalanarak kendi hedeflerini, burada gerçekleştirme ümitleri mi yok?" Şoför "Olabilir" deyip soru sormaktan vazgeçince sohbet bitti. Herkes kendi kendiyle kaldı. Uzunca süren sessizlik döneminde kafamda sorular uçuşmaya devam etti durdu. Vizyon ve vizyonu paylaşmak! "Liderler, içinde bulundukları toplumun önüne gerçekçi vizyonlar koyar, bu vizyonu onlarla paylaşırlar. Böyle bir vizyonu olmayan ve bu vizyonu şeffaf şekilde ortaya koyamayan liderlerin ve toplumların yarışta başarılı olmaları mümkün değildir." Liderlikle ilgili bütün seminerlerin, makalelerin, konuşmaların temel motifi olan bu ölçüyü Türkiye için sorguladım... Şu anda seçim sisteminin sağladığı imkânlarla herkesle beraber eşit şartlarda yarışarak ülke insanının hukuken yeterli çoğunluğu tarafından ve büyük ümitlerle seçilen Sayın Recep Tayyip Erdoğan bir taksi şoförüyle sohbette akla gelen bu vizyon ve vizyonu milletle paylaşma konusunda ne düşünüyor acaba?