"Türkiye" nasıl "marka" olur?

A -
A +

Onbeş gün içinde üçüncü "marka" oturumu. Sonuncusu Yürekli Danışmanlık ve Eğitim'in, Swiss Otel'de gerçekten değişik bir atmosferde gerçekleştirdiği Marka 2003 zirvesiydi. Marka çok çeşitli şekillerde tarif edildi. Siz de bir tarif yapabilirsiniz. Ancak akşama kadar sabırla izlediğim oturumlarda yine aynı konsepti, düşünce tarzını buldum. Marka, bir şirketin maddi, manevi, bütün varlıklarının, hepsinin katkısıyla oluşan bir sembol. Bunun içine herşeyi katabilirsiniz. Sabahleyin patron ya da yöneticinin işe gelirken takındığı tavırdan, ertesi gün tekrar işe gelirken takınacağı tavırlar ve bu iki zaman dilimi arasındaki bütün davranış kalıplarından tutun da, kapıdaki güvenlik görevlisi ya da danışma görevlisinin davranış şekline kadar, şirkette olan biten herşeyin, bir özeti, kristalleşmiş bir şekli marka. Yani marka; eskiden üreticilerin hakim oldukları piyasada, tek taraflı, atraktif ve abartılı reklamlarla kafalara kazınan bir şey değil artık. Üreticiyle müşteri arasında arkadaşlık, dostluk ilişkileri oluşturan çift yönlü bir iletişim akımının şekillendirdiği bir olgu "marka". Yani şirket yönetimi ve çalışanlarının, müşterilerine faydalı mal ve hizmetler sunma konusundaki samimiyet derecelerinin ölçüldüğü bir skala, ölçü aleti... Markanın gücü!.. Durum böyle olunca yöneten ve yönetilenlerin insanlara değer katan mal ve hizmetler sunmaya gayret etmeleri gerekiyor. Yani markanın gücü, yöneticiler kadar şirket çalışanlarının gayretlerine de bağlı oluyor. İşte ne demek istediğimi anlatmama yarayacak cümle bu sonuncusu. "Türkiye" markasının gücü de devlet, hükümet bürokrasi kadar milletin gayretine de bağlıdır. O zaman hepimiz oturup bu konuyu düşünmeliyiz. Mesela bu satırları okuyanlar hemencecik, "adam oturmuş yine ahkam kesiyor" demeden, "Ben Türkiye markasının güçlenmesi için neler yaptım yapıyorum, yapabileceğim?" sorusunu sormalıdır. Kim olursanız olun, ne iş yaparsanız yapın, ister en üst düzey yönetici, ister üniversitede öğretim üyesi, isterseniz bir köşe bakkalı, ya da bir kazada bir memur, ya da ücra bir yerde tuvalet temizliğinden sorumlu biri olun. Hiç fark etmez. Diğer konularda muazzam başarılara imza atsanız, tuvaletleriniz tertemiz değilse bir yere varamazsınız. Neden mi? Bu sorumuzun cevabı da "Marka 2003" zirvesinin en önemli motiflerinden biriydi. "Markaların tanınmasında, reklam ve tanıtım faaliyetlerinden çok daha etkili olan mecra "fısıltı gazetesidir." Sizin mal ve hizmetiniz için bir kimsenin arkadaşının kulağına fısıldayacağı minicik negatif bir mesaj, milyarlık, trilyonluk reklam kampanyalarını siler atar. Topyekûn seferberlik gerekir Hadi aynı örnek üzerinden devam edelim. Eğer Türkiye'yi şöyle boydan boya ve her gün bir şehirde kalmak şeklinde katedenleriniz varsa, bu yolculuğu yapan turistlerin, ülkelerine dönüşte turizm altyapısının en önemli unsurlarından ve insanların en temel ihtiyaçlarından olan "tuvaletler" konusunda arkadaş ve dostlarının kulağına neler fısıldıyacağını düşünüyorsunuz. Eğer turist denilenleri, güzelim İstanbul Boğazı'nı insanlara küstüren birkaç yüksek desibelli "mekan"larda ağırladığınız şımarık insanlardan ibaret sayıyorsanız o zaman yabancı televizyon, gazete ve dergilere milyar dolarlık ilanlar vermeye devam edin. Ancak bu Türkiye'nin "marka" olmasına pek yarar sağlamayacaktır. Bu iş topyekûn seferberliği gerektirir. Bunun için de önce yöneticilerle yöneticilerin; sonra bu problemlerin çözümünde başarıya ulaşır ve vaktiniz ve enerjiniz kalırsa, yöneticilerle milletin arasındaki "katı ve anlayışsız ilişkileri" düzeltmekle işe başlayacaksınız. "Ohoooo... Bu o kadar kolay değil" diyorsanız, bendeniz de "marka" olmanın kolay olmadığını dinledim bir aydır üç zirvede diyorum size...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.