"Vedalaşmam gereken insanlar var oğul...”

A -
A +
Kızının hastalığına mı üzülsün, tam otuz sekiz yılını harcadığı bu köyden kopuşa mı, bilmiyordu...
 
İstanbul’dan beş numaralı çocuğu (B.) gelmişti götürmeye… Çünkü damadının terk edip gittiği büyük kızı çok hastaydı ve iki çocuğuna bakacak kimse yoktu. 
“Yarın sabahki trene yetişmeliyiz” demişti oğlu daha geldiği akşam.
“Olur mu öyle şey? İki tarla var, ev var. Vedalaşmam gereken insanlar var.”
“(G.) Abim gelir, geriye kalanları halleder. Sen çabuk toparlan.”
İki numaralı oğlu (G.) komşu köyde öğretmendi o sıralar.
             ***
Zehra İstanbul’da ne durumda olduğunu bilmediği kızının hastalığına mı üzülsün, tam otuz sekiz yılını harcadığı bu köyden kopuşa mı, bilmiyordu.
Oğlunun, “Sanki çok matah bir yeri terk ediyormuşsun gibi” sözüne içerledi ama belli etmedi.
O gece hiç uyumadı Zehra. Tıpkı otuz sekiz sene önce kendi köyünden çıkacağı son gece gibi… Hatta o gece biraz dalmıştı, bu kez hiç.
Bu iki veda gecesinin önemli bir farkı da,  o zaman geride iki küçük çocuk bırakıyordu, şimdi gideceği yerde onu bekleyen iki çocuk vardı. Ve kendi iki çocuğunu da yanında götürüyordu.
“Fadime Abla ile helalleşseydim” dedi.
“Tren helalleşme beklemez aba, sen şimdi köy içine inersen iki saate çıkamazsın” dedi oğlan, “Kaçırırsak yarına kalırız ve beni işten atarlar!”
Zor zamanlarında kendisine kol kanat germiş, çocuklarının doğumunda, kocasının yokluğunda, tokadında, ölümünde… hep yanında olmuş eltisi ve can dostu Fadime Abla ile görüşemeden yola çıkmasına çok üzüldü.
             ***
Karşı komşularına gitti.
Meryem bebek kundağın içinde, duvar dibindeki sedirin üstünde mışıl mışıl uyuyor, Hüner Hanım ise bostandan söktüğü pürççüklülerin (havuç) yapraklarını kesiyordu bıçakla…
Zehra’nın gideceğini sabah duymuştu çocuklardan…
Zehra Anayı görünce, ağlıyor mu, suratı ne hâlde diye merakla gözlerini ondan ayırmadan ayağa kalktı Hüner.
-Gidiyor musun, dedi acı bir tebessümle…
-Ne bileyim işte, gidiyoruz… derken dudakları titredi Zehra’nın.
Sarıldılar. Her ikisi de birbirlerinin sırtına vurdu elleriyle…
Ayrıldıklarında Zehra Ana sedire eğilip Meryem’i öptü iki yanağından… Aynı anda atkısının püskülü de bebeğin yüzüne değince, sinek konmuş gibi seğirdi minik yanak…  Ama uyanmadı.
-Onu çok sevmiştim, dedi Zehra Ana, ona beni anlatırsın.
Döndü. Derenin üzerindeki yan yana uzanmış iki kütükten oluşan köprüden geçerken ayakları titredi.
           ***
Köyünden kopuşu zor oldu. Bir daha dönmeyeceğini biliyordu. Annesi, babası, kardeşi bir köyde kalmıştı… Şimdi de kocası bir başka köyde… Herkesi geride bırakıp, bilinmeze gidiyordu... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.