Zehra’nın adı bile geçmiyordu mektupta

A -
A +
Âdem’in ikinci mektubu da geldi... Bu kez uzaklardan, çok uzaklardan geliyordu. Kore, Ulsan’dan… 
 
 
İki sayfalık mektubun iki tane can alıcı kısmı vardı.
Bir, “…Kore’ye gidecek tabura verilmek üzere bizim bölükten üç isim kura ile tespit edilecekti. Birinci isim Hınıslı bir arkadaş çıktı. İsmi okunur okunmaz korkudan bayıldı. İkinci arkadaş Kayseriliydi, o da çok üzüldü. Üçüncü olarak benim adım çıkınca çok sevindim...”
İki, Zehra’nın adı bile geçmiyordu mektupta...
               ***
Âdem’in ikinci mektubu da geldi.
Bu kez uzaklardan, çok uzaklardan geliyordu. Kore, Ulsan’dan… Ve yaklaşık iki buçuk yıllık hasret, köyün kurallarını da eritmişti; direkt karısına yazdığı bir mektuptu bu. Bir farkla, zarfın üzerine alıcı olarak büyük oğlunun adını yazmıştı.
“Komutanımız herkes ailesine mektup yazsın dedi. Allah razı olsun. Sayesinde size haber verebiliyorum. Endişe edecek bir şey yok. Yakında dönüyoruz. Yeni bir birlik gelecekmiş. Üçüncü çocuğumun erkek mi kız mı olduğunu çok merak ediyorum.
Sizlerin de iyi olmanızı Cenab-ı Allahtan dilerim” şeklinde özetlenebilecek bir mektuptu.
Zehra, “sizler”in içine giriyordu. Çünkü Âdem, köye gelen bir mektubun içeriğinden hemen hemen bütün köy halkının haberdar olduğunu, eve gelen her misafirin o mektubu okuma “hakkının” bulunduğunu biliyordu; çok istese de samimi sevgi sözcüklerinden özellikle kaçınmıştı.
               ***
Üçüncü çocuğun (erkek!) doğumunu da Fadime Abla yaptırmıştı.
Bütün doğumları Fadime Abla yaptırıyordu.
               ***
Bir bahar günü dördüncü çocuğun doğumunu komda bekleyen Âdem, birinci oğlu (Y.)’nin sandığa kafasını sıkıştırması sebebiyle korkuyu, yeni bebek (N)’nin ağlama sesiyle de sevinci birlikte yaşamıştı.
Böylece mutlu aile tablosunun tek eksiği olan kız da tamamdı.
Ancak baba Âdem’in rahatsızlığı tam da bu günlere denk geldi.
İki büklüm Erzurum’da devlet hastanesine gidip muayene ve tetkik yaptırdığında teşhisi yüzüne söylediler: Verem!..
Baba tevekkülle karşıladı hastalığı. Ancak çağın bu en korkunç belasını karısına söylemeyecekti.
Artık Baba’nın bir ayağı köy dışındaydı. Bir gün bir yerde şifalı çamur olduğunu duyup oraya gidiyor (Köprüköy), bir başka gün bir yerlerde bir adamın bıçak ağzını vücuda bastırarak tedavi ettiğini öğrenip oraya yollanıyordu (Dumlu).
Beşinci çocuğu (B.)’den sonra artık günlerini değil, aylarını hastanede geçiriyordu. Kâh Erzurum’da, kâh Ankara’da, kâh İzmir’de…
Zehra ise Hala’dan öğrendiği dikiş sayesinde köy kızlarına, kadınlarına bol bol elbise, etek dikiyordu. Ancak üç kişiden biri bir şeyler veriyordu. Bazen yağ, bazen un, bazen para…
Kabak, patates, soğan yetiştiriyordu. Dere kenarından topladığı kızılcayı yumurta ile kavurup çocuklarının karnını doyuruyordu. Çocukluğunun yemeği yarpızlı ayran çorbası yapıyordu... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.