Huriye Hanım bahçede domates topluyordu. Kıpkırmızı domatesler yeşil yaprakların arasında âdeta boncuk gibi parlamaktaydı. Elindeki mavi renkli plastik kabı doldurmuştu Huriye. "Bir iki tane daha toplarsam bize yeter!" diye söylendi kendi kendine. Serpil'in evine yerleşmesinin üzerinden sekiz sene geçmişti. Sekiz sene çok şeyler götürdüğü gibi çok şeyler de getirmişti hayatlarına. Serpil artık hiç görmüyordu. Konuşurken ve yürürken güçlük çekiyor, sağ elini rahat kullanamıyordu. Bugüne kadar ilaçlarla idare etmişti ama görenlerin tanıyamayacağı kadar çökmüş ve yaşlanmıştı. Evin oturma odasında bir köşesi vardı. Bütün gün orada oturuyor, başını sürekli iki yana sallıyordu. Huriye Hanım onu kendi öz kardeşi gibi basmıştı bağrına. Hastalığının bütün evrelerinde yanında olmuş, şefkatle kollarını açmıştı. Yine hep mahzundu bakışları Serpil'in. Zaman zaman onun sessizce ağladığına şahit oluyordu Huriye Hanım. Çay bahçesini artık Metin işletiyordu. Huriye Hanım aydan aya kazançtan pay alıyordu. Durumları fena değildi. Serpil'in maddi olarak hiçbir getirisi kalmamıştı eve. Murat ise liseyi bitirmiş ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazanarak okumaya gitmişti. Yazları ve tatil günlerinde geliyordu sadece. Huriye mavi renkli, içi domates dolu plastik kabı kucakladığı gibi içeriye girdi. Başını oturma odasına uzattı: - Dışarısı yanıyor âdeta! Bu sene çok sıcak olacak. Daha mayıs ayı çıkmadı, hâle bak! Serpil ağarmış saçları, sabit bakan gözleri, derin çizgilerle kaplanmış yüzüyle her zamanki gibi tepkisizce dinledi onu. Huriye bir domates yıkadı ve uzattı Serpil'e, eline tutuşturdu. - Al ye bak, elma gibi. Ben de yemeği koyayım ateşe. Serpil titreyen parmaklarıyla kavradı domatesi. Huriye'ye bakarken gözlerinde minnet vardı. - Bir ay sonra gelecek Murat! Allah zihin açıklığı versin yavruma, imtihanları başlamış. Anlaşılmaz bir şeyler mırıldandı Serpil. Yaklaşık altı aydır çekiyordu konuşma sıkıntısını. Bazen hareketleri kontrolsüzleşiyor, bedenine hakim olamıyordu. Üç yıl önce bütün görme fonksiyonlarını yitirmişti. Artık kendi kapkaranlık dünyasında yaşıyordu. Bu kadar yaşamasının bile bir Allah'ın bir lütfu olduğunu söylüyordu doktorlar. Ama Huriye artık onun adım adım sona yaklaştığını sezinliyordu. Vicdanen rahattı... Huriye yemeği ocağa koyduktan sonra ellerini mutfak havlusuna silerek Serpil'in yanına geldi: - Acıktın mı Serpil, yarım saat sonra hazır yemek. Serpil başını iki yana salladı. Belli belirsiz bir gülümseme belirdi dudaklarında. Huriye onun arkasındaki yastığı düzeltti, daha rahat oturmasını sağladı: - İşte oldu! Bugünde kukumav kuşu gibi karşılıklı oturup sohbet ederiz artık!.. DEVAMI YARIN