Doğuma az bir zaman kalmıştı

A -
A +

Gülbahar başını cama dayamış endişe içinde yola bakıyordu. Az önce tavukları salmıştı. Karnındaki acı göğsüne yükseliyor, sanki ağzından çıkıp gidecekmiş hissini veriyordu. Hıdır eve geldiğinden beri gözünü kırpmamıştı. Bütün düşüncesi doğacak bebeğiydi. Onun da bu inanılmaz kinin ve intikam ateşinin kurbanı olacağını adı gibi biliyordu. Ölüme bir can hazırlamak kadar dehşet verici bir şey olamazdı. Ağlamaklı bir sesle bağırdı kendi kendine: "Yardım et Allah'ım, yavrumu bu intikam kuyusuna atmayayım ben..." Doğuma az bir zaman kalmıştı. Bugün yarın gün bekliyordu artık. Hıdır'ın yaptığı bu korkunç işin ardının geleceğini çok iyi biliyordu. Sonra ne olurdu hâli? Karşılığında Hıdır öldürüldüğünde ortalıkta kalacaktı. Baba evine dönemezdi. Töre buna izin vermiyordu. Kocasının ailesiyle oturmak zorundaydı. O zaman da bu kinin ta göbeğinde yaşamak, her gün uykularından korkuyla fırlamak, içinde hep bir tedirginlikle doğacak çocuğunu korumaya çalışmak... Bunlar insanı yaşatmaz öldürürdü. Altı ay önce öldürülen kocasının amca oğlunun karısı köle gibiydi şimdi. İki yaşında bir erkek çocuğu vardı ama korkudan çocuğunu bahçeye bile salamıyordu. Kin sıra mıra dinlemiyordu çünkü. Davulcu Yılmaz'ın gözünü kin bürümüş akrabaları durduk yerde kadıncağızın karşısına çıkıp taciz ediyorlardı. Kaç kere yaşlı gözlerle anlatmıştı. Birden Hıdır'ın geldiğini gördü camdan. Koşarak kapıyı açtı. Kendinden emin, sırıtarak girdi Hıdır içeriye: -Oldu işte, neredeydin dediler, evdeydim dedim. Gidin hanıma sorun dedim. İnandı komutan dediklerime. Git evine dedi... Yılmaz şimdi yansın dursun... Gülbahar önüne bakıyordu. - Ne zaman son bulacak bu? diye fısıldadı... Yarın benim yavrum doğduğunda da ben korkuyla mı yaşayacağım? Hıdır gözlerini devirerek baktı karısına: - Ne diyorsun sen? Soyumun kanı yerde mi kalacak? Tabii ki benim çocuğum da doğunca bu kini yüreğinde taşıyacak. Zamanı gelince o da silahını alıp babası gibi, emmisi gibi, dedesi gibi temizleyecek o soysuzları. Neden doğuyor yoksa bu dünyaya? Söyleyecek söz bırakmıyordu bu konuşma. İçini çekti Gülbahar. Hemen mutfağa seğirtti. Çayı koydu bardaklara. Bir bakır tabağa peynir, bal ve yağ koydu. Bir gün önce pişirdiği ekmeği de bohçasıyla birlikte tepsiye yerleştirdi. Kucakladığı gibi oturma odasına getirdi. Topu topu iki odaydı zaten evleri. Hıdır'ın hayvanları evlerinin arkasındaki ağıldaydı. On koyunu, beş tane de ineği vardı. Sütünden yoğurt, peynir, yağ yapıyor ve kasabada satıyordu. İki dönümlük de tarlası vardı. Elli ağaçlık kayısı bahçesinde de ortaklığı vardı. Babası Delibaşların Ökkeş çok zengin değildi ama fakir de sayılmazdı. Öldüğünde her şeyi oğlu Hıdır'ın olacaktı. Başka da oğlu yoktu Ökkeş'in. Beş kız bir oğlandı çocukları... DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.