Şeref ne diyeceğini şaşırmış bir şekilde kekeledi: - Yok anneciğim, nereden çıkarttın? Olur mu öyle şey? - Olur oğlum, ben neler gördüm, neler duydum bu dünyada... Varsa söyle bana da ona göre kontrol edeyim kendimi. Huzursuzluk evin saadetini yıkar evladım. Bir yaşlı kadın yüzünden evinin huzuru kaçmasın. Şeref yutkunmuştu. Söylemekle söylememek arsında tereddüt ediyordu. Sonunda dayanamadı: - Her gün ağlaman sinirlerini bozmuş herhalde anne. Karamsar ve hüzünlü ortamda asabı bozulmuş. Onun etkisi sanırım. Aldırma sen geçecektir. Hidayet Hanım cevap vermedi, başını sallamakla yetindi. Gözlerinde hüzün vardı sadece... *** Hidayet Hanım bu olaydan üç ay sonra bir gece sabaha karşı yatağında uyurken sessiz sedasız bu dünyadan göçüp gidiverdi. Artık yalnız kalmışlardı. Şeref günlerce acısını içinde yaşadı. Birbiri ardına hem anasını hem de babasını kaybetmişti. Bütün ilgisi kızınaydı artık. Karısını seviyordu. Onun hırçın tavırlarına göz yumuyor, bir dediğini iki etmemek için çabalıyordu. Sena ise yaşadığı hayattan memnun değildi. Şikayetçi olduğu kayınvalidesinden kurtulmuştu ama asabiyeti hâlâ sürüyordu. Kocasına karşı daima küçümser bir tavır içindeydi. Farklı bir hayata gıpta ediyor, gazetelerde, televizyonlarda gördüğü renkli hayatlara imreniyordu. Hesapsız bir harcaması vardı. Geleceği hiç düşünmeden alışveriş ediyor, çeşit çeşit giysilere avuç dolusu para harcıyordu. Şeref birkaç kere karısını bu konuda ikaz etmek istediyse de sonu büyük kavgalarla bitmişti bu girişimlerin. Sena'nın annesi Pakize Hanım da kızına hak veriyor, damadını suçluyordu. Ona göre kızı daha iyilerine layıktı ama olmuştu bir kere. Kayınpederi Hulusi Bey ise hiç ilgili değildi olan bitenle. O işiyle meşguldü ve tek eğlencesi tezgahını kapattıktan sonra her gece gittiği kahvesiydi. Orada arkadaşlarıyla birkaç el taş oynamak bütün hayatının tek amacı gibi görünüyordu. Onun için kızının istekleri, huzuru önemli değildi. Pakize Hanım da bu yüzden olayları tek taraflı naklediyordu kocasına. Hulusi Bey hiçbir olayı derinlemesine düşünmek gibi bir yeteneğe sahip olmadığından karısından duyduklarına göre olanları değerlendiriyor, çok da önemsemiyordu. Ayda bir kereden fazla olmayan sürelerde görüyorlardı kızlarını ve torunlarını. Bu şekilde tek düze bir hayat tam on bir senedir devam ediyordu... Yasemin on yaşına gelmişti. İlkokul üçüncü sınıfı bitirmişti. Karnesini aldığı gün sevinç içinde eve gelmiş, takdirnamesini gururla uzatmıştı annesine: - Anneciğim bak! Takdir aldım. Karnemin hepsi pekiyi. Komşusu Seval Hanımdan aldığı moda dergisine bakan Sena başını bile kaldırmadan: - İyi, ne yapayım aldıysan, bana mı okuyorsun sanki, diyerek uzaklaştırmıştı yanından kızını. Boynu bükük bir şekilde odanın öteki ucuna gidip oturmuştu Yasemin. Akşama kadar hiç konuşmamıştı. Şeref eve geldiği zaman kızındaki garip sessizliği fark etmişti hemen: - Benim güzel kızım, mis kokulu Yasemin'im, hani karnemiz bakalım? Yoksa almadınız mı? Küçük kız heyecanla gülümsedi: - Aldık baba. Hem de takdir aldım. Bak! > DEVAMI YARIN