Hülya hanım Safiye'nin yüzünü ellerinin arasına aldı ve onun yaşlı gözlerinin içine baktı dikkatle: - Ona kendi doğurduğum yavrum gibi bakacağımı, ona ana, baba olacağımızı biliyorsun değil mi? - Bilmez miyim abla? Diye mırıldandı genç kadın. Şurada olduğumuz zaman içinde Hakan'ımı nasıl sevdiğini, onu anası gibi sakındığını gözlerimle gördüm. Ondan hiç şüphem yok. Sana teslim etmeyeceğim de kime edeceğim yavrumu. Yalnız sen de beni anla. Analık bambaşka abla, yaşa başa bakmıyor. Irka, cinse bakmıyor. Ne olur anla beni. Biraz zaman ver abla... Bu sözlere cevabı Ayhan bey verdi: - Tabii ki Safiye, sana zaman tanımak istediğimiz için şimdiden yaptık bu teklifi. Uzun uzun düşün kızım. - Sağolun ağabey. Allah razı olsun sizden. Eksik olmayın, tuttuğunuz altın olsun. Hülya hanım tedirgin olmuştu. Kuşku dolu gözlerle baktı kocasına. Ama Ayhan bey bir göz işareti ile ona sakin olmasını işaret etti. Az sonra karı koca odada yalnız kaldıkları zaman da: - Bu onun en doğal hakkı Hülya. İçinde analık duygularıyla mantığı çarpışıyor. Zaman vermek zorundasın, düşünsün, taşınsın. Zorla kabul ettirecek değiliz. Safiye mantıklı bir kız. Yaşından önce büyütmüş onu hayat. Eminim en doğru kararı verecek. Şimdi sen rahat ol, hiçbir şey yokmuş gibi devam et, dedi. Hülya hanım kocasının sözlerinden etkilenmişti. "Olur" anlamında salladı başını... O gün akşama kadar ne Safiye ne de Hülya hanım bu konudan hiç bahsetmediler. Hiçbir şey yokmuş gibi, işlerine devam ettiler. Hülya hanımın yazması gereken mektuplar vardı. Onları yazdı. Safiye ise her zamanki gibi temizlik, yemek ve çamaşırlarla uğraştı. İşlerini bitirdikten sonra başının örtüsünü bağladı. Hakan'ı giydirdi, mantosunu geçirdi sırtına, salonda oturan Hülya hanıma kapıdan başını uzatarak seslendi: - Ben çıkıyorum abla. Bir diyeceğin var mı? - Yok yavrum, güle güle git. Sabah görüşürüz. Safiye yol boyunca düşündü. Yapılan teklife "evet" derse evladının hayatı kurtulacaktı. "hayır" derse analık duygularını tatmin edecek, evladına hasret olmadan onunla yaşayacak büyütecekti. Ya sonra? Büyüdükten sonra kendi hayatı gibi yokluklar içindeki bir hayata, bir meşakkatin içine buyur edecekti yavrusunu. Okutamayacaktı belki. Küçücük yaşında hayat mücadelesinin içine salmak zorunda kalacaktı... Bir ekmek aldı fırından. Yorulmuştu. Hakan kucağında uyumuş kalmıştı. Evine yaklaştığı zaman kapının önünde duran bir karaltı fark etti. Yüreği deli gibi çarpmaya başlamıştı. Bu saatte kendisini görmek isteyenin, evine gelenin kim olduğunu düşünmeye çalıştı. Korkuyla karışık bir merakla adımlarını sıklaştırdı. Kapıdaki adam ev sahibiydi. Dudaklarını ısırdı. Bir kere görmüştü bu adamı ilk geldiklerinde. Kirayı hep Halil veriyordu ev sahibine. Gülümsemeye çalıştı: - Hoş geldin ağam... Adam kaşlarını çatmış, asık bir suratla homurdandı: - Hoş gelmedim... Hiç hoş gelmedim. İki aydır kira vermiyorsunuz. Ya ödeyin, ya da çekip gidin! > DEVAMI YARIN