Sene 1495... Sultan II. Bayezd Han zamanı. Macarlar Osmanlı hudut köylerine saldırıyor ve büyük zararlar veriyorlardı. Bölge halkı, dayanılamayacak derecede zulüm ve işkenceye maruz kalıyordu. Bu böyle devam edemezdi... Bir gün, Akıncı Beyi Turhanoğlu Ali Bey, Yakup Paşa'ya gelerek durumu arzetti: -Paşam, böyle eli kolu bağlı ne zamana kadar bekleyeceğiz? Yakup Paşa metin olunmasını ve itidal tavsiye ederek şu cevabı verdi: -Mevsim kış ve İstanbul'dan da sabretmemizi istiyorlar... Öfke aklı örtermiş!.. Bu cevap üzerine Turhanoğlu Ali Bey biraz öfkeli ve haddi aşarak: -Paşa, paşa! Macar kâfiri hudutlarımıza saldırır durur, köylerimizi yakar, yıkar, masum insanları katleder, sen ise ses çıkarmaz itidal tavsiye edersin. Yoksa düşmandan korkar mısın? deyiverir. Bu söz üzerine, "ihtiyar delikanlı" Yakup Paşa, okla vurulmuş gibi yerinden sıçrayıp, gözleri yaşlı olarak Ali Beye döner ve adeta kükrer: -Ben mi korkarım Turhanoğlu Ali Bey'im? Senden yaşlıyım. Fakat seninle birlikte çok akınlarda bulunduk. Bizden on kat daha büyük ordulara saldırdık. Ben Allahü teâlâdan başka kimseden korkmam. Ama şu anda ne bir akıncı beyi, ne de bir sancak beyiyim. Devlet bize vezirlik verdi. Paşa yaptı. Devletin menfaatleri, kışı onları oyalamakla geçirmemizi emrediyor. Hele bahar olsun, yine düşman üzerine uçarız, inşaallah! Kendisini affettirir... Bu sözleri dinleyen Turhanoğlu, baltayı taşa vurduğunun farkına varır ve: -Affedin Paşa Baba! Yapılan zulümler bizi öfkeye itti. Büyüklerimizin karşısında bile kendimizden geçip ne yaptığımızı bilmez hallere düştük, edepsizliğimizi bağışlayın, der ve Yakup Paşa'nın ellerine sarılarak kendisini affettirir...