Sporun bireyler ve ülkeler açısından önemi sürekli artmakta, işlev ve etkileri karmaşık bir hal almaktadır. Olimpizm felsefesi, barışa katkı sağlanması gibi klasik işlevi güncelliğini kaybetmektedir. Bunlar yerini propaganda, turizm ve medya gibi toplumsal hayatın değişik alanlarına bırakmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk, sporun ulaşacağı bugünkü boyutu yıllar önce tespit ederek şöyle demiştir: "Sporda tek ve belli bir hedef gözetmek lazımdır. Sporu ya propaganda yahut da bedeni gelişmemizi temin için yapacağız."(1923). Cumhuriyet tarihinde görev alan tüm hükümet programları ve beş yıllık kalkınma planlarında ortak ve tek hedef vardır. Bu da "sporun geniş kitlelere yayılmasını sağlamak ve amatör sporu desteklemek." Bütün bu iyi niyet ifadelerine rağmen, her nedense derbi maçları kaçırmayan hükümet başkanlarını amatör sporun yapı taşı olan atletizm yarışı seyrederken göremiyoruz. Kanımca bu çelişkinin altında yatan gerçek, belirlenen gündeme uyum veya spor-siyaset ilişkisinin Türkiye'ye özgü biçimi olsa gerek. Ülkemizde sporun altmış sekiz yıldır resmi teşkilatı vardır. Teşkilatın yasal ve temel amacı "gençliği ve vatandaşları spor yapmaya özendirmek ve bunun için gerekli olan alt yapıyı hazırlamaktır." Ancak bu süreçte spor teşkilatı seyir sporu düzenleyen bir kuruluş olmanın sınırları dışına çıkamamıştır. Aktif spor yapacak çağdaki insan kaynağını elinde bulunduran kurum Milli Eğitim Bakanlığı'dır. Ancak okullar bırakın sporcu yetiştirmeyi, cimnastik minderi ve top gibi temel ihtiyaçlarını bile temin edemiyor. Kitleleri peşinden sürükleyen futbol kulüpleri, çoğu borç batağında olmasına rağmen "aç gez dik gez" mantığı ile yönetilmekte. Beden eğitimi ve spor alanında eğitim veren yüksek öğrenim kurumlarının yetenek seçimi, bilimsel antrenman yöntemlerinin yaygınlaştırılması ve antrenörlerin bilimsel donanıma sahip olmaları yolunda bir etkinliği var mı? Yok. Sporun duayenlerinin toplandığı ve ülke sporu adına önemli sonuçların alınacağı umut edilen spor şuralarından çıkan ortak bir karar var mı? Maalesef yok. Çünkü şuralarda herkes ayrı telden çaldığı için sonuç alınamıyor. Federasyonların özerk olması neyi değiştirdi? Sadece bürokrasi azaldı, idari ve mâli özerklik sağlandı. Ancak oy kaygısı yüzünden federasyon başkanları çözüm üretme ve geleceğe yatırım yapma yerine, bir kampa iki kamp müdürü, sekiz sporcuya altı antrenör görevlendirerek koltuğunu koruma yolunu seçiyor. Devlet desteği devam ettiği için federasyonların ilk üç yıl ekonomik sıkıntısı yok gibi gözüküyor. Merak edilen nokta, üç yıl sonra devlet desteği kesilecek olan bu federasyonlar kapılarına kilit mi asacak? Peki çözün ne? MEB, YÖK, GSGM, yerel yönetimler ve özel sektör koordineli çalışarak ulusal spor yönetimi modeli ve politikasını oluşturmalı. Seyircili spor tesislerinden ziyade çocuk oyun alanları ve semt spor alanlarına öncelik verilmeli, spor tesislerinin imkan verdiği seyirci kapasitesi yerine, spora katılanların getireceği kapasite hedeflenmeli. Çünkü, UNESCO tarafından 1978 yılında kabul edilen Uluslararası Beden Eğitimi ve Spor Yasası'nın birinci maddesine göre, "Her insanın, kişiliğinin gelişmesinde gerekli olan beden eğitimi ve spor yapması temel hakkıdır." Ülkemiz de UNESCO üyesidir. Ayrıca Anayasa'nın 59. maddesinde "Devlet her yaştaki Türk vatandaşlarının beden ve ruh sağlığını geliştirecek tedbirleri alır, sporun kitlelere yayılmasını teşvik eder. Devlet başarılı sporcuyu korur" hükmü bulunmaktadır. Türkiye hem ulusal hem de uluslararası açıdan sporu güvence altına aldığına göre, çağdaş ve hedefleri belirlenmiş bir spor politikası tespit edilmesi ve buna dayalı olarak da sistemli bir spor ortamının hazırlanması Türk halkının hakkı değil mi?