Cengiz Topel bir cadde adı değildir!

Sesli Dinle
A -
A +

20 Temmuz 1974...

 

Kıbrıs Barış harekatının yıl dönümü.

 

Kıbrıs’ın ve Kıbrıs Türklüğünün bir oldubitti ile ENOSİS planına kurban edilemeyeceğinin bütün dünyaya haykırıldığı gün.

 

Nereden çıktı bu Kıbrıs sorunu?

 

Daha 1950’li yıllara gelene kadar Türkiye’nin gündeminde dahi bulunmayan bir konuydu Kıbrıs ve Kıbrıs Türklüğü.

 

O zaman nasıl gündemimize gelip oturdu?

 

İngilizlerin kendi güvenlikleri için bir parça toprağı muhafaza altına aldıktan sonra adayı terk etmek istemeleri adayı karıştırmış, uyuyan Türkiye’yi dahi Kıbrıs Türkü'nün şanlı direnişi uyandırmıştır. Kıbrıs Türkü'nün bu şanlı direnişi ile birlikte Menderes ve merhum Fatin Rüştü Zorlu, Kıbrıs davasını Türk’ün davası hâline getirmeyi başarmışlardı.

 

Sonrasında tüm Türkiye’ye dalga dalga yayılan ‘Kıbrıs Davası’ kitleleri harekete geçirmiş, meydanlar ‘Ya taksim, ya ölüm’ sloganlarıyla inlemişti.

 

 

 

Sorunun ortaya çıkışı ve Yunan Ortodoks Kilisesi

 

 

 

İngiltere’nin adayı terk etme ihtimalinin ortaya çıkması, Yunan Ortodoks Kilisesinin derin koku alabilme yeteneğini de devreye sokmuştu. Kilise önderliğinde yapılan ve Türklerin iştirak etmediği plebisit sonrasında tüm kiliselerde ENOSİS naraları atılıyor, Türklerin Türkiye’ye sürülmesi ve adanın Yunanistan’a bağlanması için hazırlıklar devreye alınıyordu.

 

ENOSİS Rumlar açısından gerçekleşmesi zor olmayan bir iş olabilirdi, zira 1940’lı yıllar kıstas alındığında Girit’in bir ENOSİS planı ile Yunan ana karasına bağlanmasının üzerinden daha 40 sene bile geçmemişti ve hafızalar diriydi.

 

Ayrıca Ortodoks Kilisesi, Rumların ve Yunanlıların hafızalarını daha da diri tutmak için kiliseyi çok etkin kullanıyor, Yunan ve Rum toplumu ENOSİS hayalleri ile yatıyor, ENOSİS hayalleri ile kalkıyordu.

 

Girit nasıl bir oldubitti ile Yunanistan ana karasına bağlandıysa, şimdi de Kıbrıs aynı tedhiş yöntemleriyle sindirilerek Yunan ana karasına bağlanmalıydı. Bu kapsamda ihtiyaç duyulacak olan şiddeti Grivas Planı kapsamında EOKA terör örgütü oluşturacak, eylemlerin liderliğini Yunanistan’dan adaya sokulan Grivas isimli eşkıya başı Kilise ile koordineli bir şekilde yapacaktı.

 

1950’li yıllar, Kıbrıs Türkü'nün ve Türkiye’den sağlanan destek ile oluşturulan Türk Mukavemet Teşkilatlarının adada ortaya koydukları olağanüstü direniş ile geçti. Bu direniş sonucunda Türkiye’ye rağmen sonuç alamayacağını gören Rumlar, Londra ve Zürih anlaşmalarını imzalamak zorunda kaldılar ve 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edildi.

 

 

 

Rum Ortodoks Kilisesi ve Megola İdeacı kafanın değişmez tutumu!

 

 

 

Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmasına rağmen Megola İdea denilen hedeflerinden bir türlü vazgeçemeyen sığ Yunan aklı, Kıbrıslı Rumları provoke ediyor ve adadaki EOKA eliyle Türk köylerini ablukaya almaya devam ediyordu.

 

27 Mayıs alçak darbesi sonrası, Türk Mukavemet Teşkilatları etkisini yitirmeye başlamış, adadaki TMT kahramanlarına darbeciler Menderes’in tetikçileri ismini takmışlardı. Zayıflayan TMT teşkilatlarının faturasını Kıbrıs Türkü ödedi, ortaya çıkan vahşet görüntüleri zaman içerisinde etnik bir temizliğe tebdil olunca da Türkiye garantörlük hakkını kullanarak müdahil olmak istedi ama olmadı.

 

ABD Başkanı Johnson, bir mektup göndererek İnönü hükûmetini tehdit etti ve Kıbrıs’a yönelik muhtemel bir harekâtı engelledi.

 

Ne zamana kadar?

 

EOKA’cı Sampson’un darbeyle adadaki yönetimi yıkıp, bir oldubitti ile adayı Yunanistan’a bağlamasına ramak kalana kadar.

 

15 Temmuz 1974 sabahı Rum radyosu, Kıbrıs hükûmetinin direnişinin kırıldığını, direnmeye devam edeceklerin öldürüleceğini, devlet başkanlığı makamında oturan Makarios’un öldürüldüğünü ve adanın yönetiminin Millî Kurtuluş Hükûmetine devredildiğini duyurmaktaydı.

 

Bu apaçık Londra ve Zürih anlaşmalarının ihlali ve ENOSİS’e son adım demekti.

 

Girit'ten sonra sıra sıra Kıbrıs’a gelmişti ama bu sefer Türk Devlet aklı bu lokmayı Yunanistan’ın ve Rum Ortodoks Kilisesinin boğazından geçirtmemeye kararlıydı.

 

Sampson’un darbesi, Londra ve Zürih anlaşmalarının birinci maddesinde belirtilen eylemin ta kendisiydi.

 

11 Şubat 1959 tarihli Zürih Anlaşmasının birinci maddesinde ‘Kıbrıs Cumhuriyeti, tümüyle ya da bir bölümüyle herhangi bir devlet ile hiçbir şekilde siyasi veya ekonomik bütünleşmeye girmeyeceğini taahhüt eder’ hükmü, darbeci Nikos Sampson’un meşru Kıbrıs Hükûmetini askerî bir darbeyle yıkması sonucu ihlal edilmişti.

 

Aynı anlaşmanın üçüncü maddesi ise ‘Bu anlaşma hükümlerinin birinin ihlali hâlinde Yunanistan, Türkiye ve İngiltere bu hükümlere saygıyı sağlamak için gerekli girişimlerin yapılması ve önlemlerin alınması maksadıyla aralarında danışmalarda bulunmayı üstlenirler.

 

Üç garantör devletten biri, birlikte veya birbirlerine danışarak iş birliği içerisinde hareket etmek imkânı bulunmadığı takdirde, bu anlaşmanın oluşturduğu durumu münhasıran yeniden oluşturmak gayesi ile hareket etmek hakkını korumaktadırlar’ hükmünü amirdir.

 

İşte Türkiye tam böyle bir durumda 20 Temmuz 1974 sabahı Kıbrıs’a Barış Harekâtı’nı garantör devlet olarak yukarıda belirttiğim hükümler doğrultusunda başlattı ve o günden bu yana geçen sürede adada tek bir Türk’ün burnunun kanamasına dahi müsaade edilmedi ve bundan sonra da edilmeyecektir.

 

Kıbrıs Davası dediğimiz ulvi mücadeleyi hem Kıbrıs Türk toplumuna hem evlatlarımıza en iyi şekilde öğretmek boynumuzun borcudur.

 

Harp sahasında kaybetmediğimiz Kıbrıs’ı idraksizlik kaybettirir.

 

Kıbrıs Davamıza dair tek bir kıymetli değer ile donatamadığımız gençlerimizin, Cengiz Topel’i okuduğu okulun ismi ya da yürüdüğü caddenin ismi zannetmesi ne hazindir değil mi?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Elif20 Temmuz 2023 10:02

Neden okullarda okutulmuyor,lise sınavlarında mecburi ders olsun