Damadın SİHA’ları ve ülkesinden nefret eden muhalefet

A -
A +

Meseleyi Cumhuriyet gazetesinin eski internet sitesi müdürünün, Ukrayna’da yaşanan savaşla ilgili “Damadın SİHA’sını Ruslar düşürmüş ha!” diye attığı, acıklı sevinç çığlığına ve onun “densizliği”ne indirgersek hata etmiş oluruz. Çünkü bu paylaşımın arkası, sağı, solu ve altı, alınmamış intikamlarla, görülmemiş bir nefretle, yok etme arzusuyla dolu.

Yaşadığımız, yüzleşme safhasını yarım yamalak geçiştirdiğimiz için tamamlanmamış bir hesaplaşmanın yansımasından başka bir şey değil. Bu yüzden, içlerinde büyüyen nefret giderek cerahate dönüştü ve kendilerini de enfekte eder hâle geldi.

Bileşenlerine baktığımızda da ciddi bir yekûn tutuyorlar üstelik.

Kimler ve neler yok ki…

Dersim’in intikamı da bunun içinde, isyan ettikleri için Diyarbakır’dan Selanik’e sürülenlerin son sülale fertlerinin, çakma milliyetçi ya da Sorosçu oluşumlarla Türkiye’yi ele geçirme planları da.

SİHA’ların sınırlarımızın içinde ya da dışında derin yaralar açtığı terör ve uzantılarıyla, onların sosyal demokrat bağlaşıkları da bu toplamın parçası, iktidardan kopan Amerikancı ve İngilizci “dindar”lar da…

1980’lerin başından beri kurumlarımızın ve silahlı kuvvetlerimizin içinde habis bir ur gibi büyüyen ve sonunda darbe ile ülkeyi ele geçirmeye çalışan hain örgüte siyaset arenasında “Yurtta sulh, cihanda sulh” çığırtkanlığı ile eşlik edenler de bu bileşenlerin çimentosu.

Eskiden, dillerinden düşürmedikleri ABD emperyalizmi ve NATO karşıtlığıyla 1960 ve 70’lere not düşen komünistlerle sosyalistlerin bir kısım uzantılarının “NATO mermer NATO kafa” kıvamına gelmeleri ise sosyolojik olarak incelenmesi gereken, çok merak ettiğim ayrı bir hikâye.

Yüzyıllar ötesinden bugüne kalan tarihî bir mirasın da kavgasıdır sözünü ettiğim esasında.

Bu yüzden Gezi olaylarındaki “Zulüm 1453’te başladı” lafını yabana atmayın. Özellikle de “Ayasofya’yı yeniden müze yapacağız” vaadinde bulunup vaktinin hatırı sayılır bölümlerini Atina’da ya da hiç olmazsa Fener Patrikhanesi’nde geçirenleri.

Keza, Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail arasındaki savaşta saf değiştirenlerin vârislerinden bazılarının, hâlâ o yenilgiyi “yarım kalmış bir hesaplaşma” olarak görüp kin tutmaları, üçüncü köprünün adına bile tahammül edemeyişleri de aynı bağlamda değerlendirilmeli.

Osmanlı coğrafyasında gönüllü olarak birlikte yaşamış, Alparslan’ın ordularıyla Anadolu’yu fethetmiş bir milletin torunlarından; zihinsel olarak tutsak alınmış ABD finosu teröristlerin ve siyasi uzantılarının sıkıntısı ise son 40 yıldır yaşanan acılarla ve ölümlerle hafızalarımıza kazındı. Sadece onların “Hafıza Odası” yok. Acıları en çok dindiren, yüreğimizi soğutan ve ülkemizi terör belasından kurtaran sürece imzasını atan da o Damadın SİHA’ları oldu. Nefretin kaynağını anlamak bakımından not düşelim.

Dillerinden “demokrasi ve özgürlük” sözcüklerini eksik etmeyenler yapılanları unutturamaz. Çünkü son 20 yıllık iktidar döneminde ne yasak sözcükler kaldı, ne dil, ne de din. Ne işkence kaldı fikirden dolayı, ne de hapis. Etnik aidiyetini söylemenin cezaevi yollarını döşediği o ceberut yıllardan, etnik diliyle devletin yayın organlarında kanallar açıldığını, eğitim verildiğini görmeye dönüştü bu ülke. Mezhebinden dolayı aşağılanan kimse kalmadı. “Benim ibadethanem bu” diyene “Buyur aç” dendi.

Peki, 20 yıl öncesine dek dut yemiş bülbül gibi susanlar, korkudan titreyenler şimdi neden şakımaya başladı?

Kimileri nankörlük diyor. Oysa değil.

Sebebi son 20 yılın bu artılarının yanı sıra eksilerinde saklı. Özgürlük ve demokrasinin temelini atarken bir şey unutuldu:

Millî şuur ve bağımsızlık fikriyatı…

Bugün, 1947-48 yıllarında İsmet İnönü ve CHP iktidarı ile ABD arasında imzalanan Fullbright Anlaşması’nın öngördüğü eğitim modellemesinin sonuçlarını yaşıyoruz.

Millî fikirlerini bir kenara bırakıp, Atatürk’ü gardırop ve yaşam tarzına sıkıştıran Fullbright imzalı tevhid-i tedrisat, günümüze bağımsızlık fikrinden, tarihsel millî şuurdan koparılmış kuş beyinli nesiller armağan etti çünkü.

Ne yazık ki geçtiğimiz 20 yılda da bu şuursuzluğu tedavi edecek bir millî eğitimin temeli atılamadı. Bu kadar sekülerleşmiş bir ülkede, eğer millî şuur aşılayan, dost-düşman kavramlarını iyi analiz eden ve bağımsızlık fikrini işleyen bir eğitim modeli hayata geçirilebilseydi o “Damadın SİHA’larını düşürmüşler öyle mi?” diyenlere muhalefet de tepki gösterirdi. Çünkü muhalefet partilerinin tabanları böylesi söylemlere izin vermezdi.

Eğer böyle bir eğitim sistemine sahip olabilseydik, iktidar karşıtlarının oy verdiği partilerin liderleri “S-400’leri geri verin” diyemezdi. Çünkü onların tabanı, emperyalist Batı, Türkiye’nin en zor zamanlarında Patriot savunma sistemlerini geri çektiği için bu iktidarın S-400 füzelerini satın almak durumunda kaldığını bilirdi.

“Akkuyu Nükleer Santrali millîleştirilsin” sözünün arkasında saklı “Nükleer santral yapmayalım” abukluğuna da prim vermezdi millî şuurla donatılmış bir parti tabanı.

Fullbright imzalı tevhid-i tedrisatı değiştirmezseniz olacağı bu.

Böyle bir nesilden Amerikancı dindarı da çıkar, Atatürkçü geçinen Batı’nın zihinsel köleleri de; “milliyetçiyim” diyen Pensilvanyacı da çıkar, “demokrasi” isteyen etnik faşist de...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.