AB treni kaçmadı, rayına girdi...

A -
A +

Evet, Kopenhag Zirvesi'nin ardından net olarak ifade edilmesi gereken sonuç şudur; Türkiye için AB treni kaçmamıştır, bilakis rayına girmiştir... Artık AB yolundan geri dönüş yoktur. Kopenhag'ta ortaya çıkan "yol haritası"nda, Türkiye'nin önü alınmaz ve geri dönülmez bir şekilde yolu açıktır. Bir kere bunun altını çizelim. Diğer taraftan AK Parti Lideri Erdoğan ve Başbakan Abdullah Gül'ün de belirttiği gibi, AB üyelerinin Türkiye hakkında verdikleri karar beklentilerimizi karşılamıyor. Doğrudur; Türkiye'nin esas beklentisi, 2004 Mayıs ayından önce müzakerelerin başlamasıydı. Çünkü 15 üye ile müzakerelere başlayabilmek, bu tarihten sonra sayısı 25'e çıkacak kalabalık üyelerle başlamaktan çok daha kolaydır. Ama gerçekçi olmak zorundayız... Acaba Türkiye bu konuda üzerine düşeni tam olarak yaptı mı? Ne yazık ki hayır! 1999 Helsinki Zirvesi'nde adaylık statüsünü kazanan Türkiye, 2002 Ağustos ayına kadar ne yaptı? Hemen hiçbir şey... Türkiye, eğer gerçekten Avrupalı olmak istiyorsa, öncelikle şark tipi politika anlayışını bırakmak zorundadır. Yani göz boyama ile, kendi sorumluluklarını görmezlikten gelip karşı tarafı itham ederek sonuç almaya kalkışmayı artık terketmelidir. İkinci olarak, her şeyi son dakikada halletme alışkanlığını, amiyane tabiriyle yumurta kapıya gelince telaşla işi çözme tedbirsizliğini artık bir kenara atmalıdır. Üçüncüsü, her şeyden evvel kendi halkına ve kendisine karşı dürüst hareket etmelidir! Bu son maddeyi şunun için söylüyoruz; 57'nci hükümet "Katılım ortaklığı belgesi bizi bağlamaz... Biz kendi ulusal programımızı hazırlayacağız!" diyerek önce halkımızı, sonra da kendilerini kandırmıştır. Peki netice ne oldu? Katılım ortaklığı belgesi bağlayıcı mı değil mi? Uyum mevzuatının sadece kağıt üstünde halledilmesi yetmiş midir? Onun için bir önceki hükümetin dışişleri bakanı Sayın Cem'in ve Başbakan yardımcısı Sayın Bahçeli'nin dünkü açıklamalarını şahsen çok yadırgadım. Sayın Cem, önce hükümet sonra AB ve reformlar diyordu. Hele Sayın Bahçeli'nin, MHP'nin uyum programında çıkardığı zorluklara önderlik ettiğini unutarak her şeyi yine milliyetçi reflekslerle izah etmeye kalkışması anlaşılır gibi değil. İğne çuvaldız meselesini unutmayalım. Her neyse, verilen 2004 Aralık tarihi, şartlı da olsa kesin bir tarihtir. Geciktirilemeyeceği kayıt altına alınmıştır. Hatta İngiliz Başbakanı'nın söylediği gibi bu tarih öne de çekilebilir. Ancak yine işin esası Türkiye'nin tavrına bağlıdır. Bu iki yıllık sürede, Türkiye tavşan gibi uykuya yatmayıp, Kopenhag ve Maastricht (ekonomik şartlar) kriterlerini hem teoride hem pratikte ciddiyetle yerine getirmeye devam ederse, müzakereler gerçekten de daha erken başlayabilir. AK Parti iktidarının zirve öncesi ve sonrası duruşu bu konuda ümit verici... Bir düşünelim üç parçalı ve her biri bir sebeple AB'ye karşı mesafeli 57. hükümet işbaşında olsaydı, acaba bugünkü sonucu alabilir miydik? Çok zor. Hele, Sayın Ecevit'in fiziki durumu ve Sayın Bahçeli'nin politik yaklaşımı ile böyle bir netice belki de hiç mümkün değildi. Özetleyecek olursak, Ajans Frans Press (AFP)'in de haberinde belirttiği gibi, Türkiye AB'ye demir atma fırsatını yakalamıştır. Bu, tarihî bir olaydır. Unutmayalım ki, daha 1997 Lüksemburg zirvesinde adaylığımız bile raddedilmişti. Bir yıllık gecikmeyi de çok fazla büyütmeyelim ve daha önce İngiltere'nin üyeliğinin iki defa veto edildiğini, İspanya'nın iki defa görüşme masasından kalkmak zorunda kaldığını hatırımızdan çıkarmayalım. Ve en önemlisi dersimizi iyi çalışıp bu defa ev ödevimizi tam olarak yapalım. Çünkü daha yapılacak çok iş var! Bu arada, ille de bir sorumlu arıyorsanız, 1978'de "Onlar ortak, biz pazar olmayacağız..." diyerek ayağımıza gelen fırsatı tepen Ecevit'i ve onun gibi düşünüp şimdiye kadar gereğini yerine getirmeyen siyasetçileri sorgulayabilirsiniz.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.