"Uyum Paketi", "Yıkım Paketi!...

A -
A +

AB ile entegrasyon yolunda, altıncı "uyum paketi" de, dünkü gazetelerde okuduğunuz gibi, "jet hızıyla geçti. Darısı yedinci paketin başına diyelim ama, gelin görün ki, Sayın Devlet Bahçeli'ye göre bu uyum filân değil, düpedüz yıkım paketi!.. Şöyle demiş Sayın Bahçeli; "Bu yasal düzenlemelerin AB Kriterleri ve demokratikleşme ile ilgisi yoktur..." Bahçeli'ye göre, iktidar, Türkiye'nin millî bütünlüğünü ve hassasiyetlerini dinamitlemekle meşgul! Haydaaa... ayıkla pirincin taşını!.. İktidarların iç ve dış politikalardaki hatalarının maliyeti arasındaki oran çok farklıdır. İçerde yapılan hatalar bir biçimde, yine aynı iktidar veya halefi tarafından düzeltilebilir ve zararı da sineye çekilebilir. Ama dış siyasetle ilgili hatalarda böyle bir şansınız ve lüksünüz yoktur! Ağzınızdan çıkan her söz derhal kayıtlara geçer ve yıllarca, on yıllarca sizi eli kolu bağlı hale getirir. Kendi hatanızın girdabında çaresiz dönüp durursunuz. Örnek mi istiyorsunuz; Bahçeli'nin ortaklarından Bülent Ecevit, bundan 25 sene evvel, yani 1978'de, Yunanistan ile birlikte Türkiye'nin de AB'ye girme fırsatı ayağa geldiği zaman, yine bu şekilde hamasete sığınıp; "ONLAR ORTAK BİZ PAZAR OLMAYACAĞIZ..." demeseydi de, Karamanlis ve diğerlerinin yaptığı gibi, ülkemizi bu istikamete soksaydı, bugün ne olurdu? Yani, Yunanistan fert başına milli gelirde 13 bin sekiz yüz doları yakalamışken, Türkiye hâlâ daha 2165 dolarda kalıp, ancak 2010'larda, bu birliğe dahil olmak için çırpınıp durur muydu? Ecevit çeyrek asır önce yaptığı yanlışı 2000'li yıllarda düzeltmeye çalışır gibi yaptı ama, bu defa ortağı Bahçeli yukarıda yansıttığımız görüşleriyle karşı çıktı. Ama iç ve dış konjonktür öylesine dinamik ve değişken ki, Yılmaz da dahil, bütün ortakları tasfiye etti!... Fakat Bahçeli'nin sözlerine bakılırsa, bu tasfiyeden pek de doğru ders çıkarılmadığı anlaşılıyor. Dış politikada yapılan hataların maliyetine dikkat çekmek için daha önce de yazdığımız bir örneği tekrarlayalım; 1980'de Kenan Evren, dayanağı sadece "asker sözü" olan ve hiçbir yazılı garantiye bağlanmayan "Rogers Planı"nı kabul ederek Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına dönmesini sağlayarak, Türkiye'yi önemli bir siyasi ve askeri kozdan mahrum bıraktı. Bugün Yunanistan, hem AB kozunu, hem NATO kozunu kullanarak, Ege'de mesele üstüne mesele çıkarıyor... Ama "Yunanistan'ın AB konusunda engel çıkarmayacağı" garantisi söze değil de yazıya bağlansaydı, bugün başımız bu kadar ağrımayacaktı. Dünya hızla değişiyor. Kavramlar da öyle... Eskiden "Güvenlik" denilince meselenin savunma ve askeri boyutu akla gelirdi. Ama özellikle soğuk savaş sonrasında "güvenlik" kavramına yüklenen anlamlar çok değişti ve farklılaştı. Güvenliğin, ekonomik, sosyal, siyasi ve çevre ile ilgili boyutu artık çok daha ön plana çıkmış durumda. Gücü oluşturan askeri öğe, son tahlilde önemini korumakla birlikte, yukarıda belirtilen unsurların göz ardı edilmesi durumunda, ülkelerin güvenliği çok ciddi şekilde tehlikelere maruz kalabilir. Yedinci uyum paketi önümüzdeki günlerde gündeme gelecek. Muhteva yönüyle savunma ve güvenlik konularına hasredildiği için, paket daha şimdiden büyük tartışmalara yol açmış durumda. Hükümetin gerçekten dikkatli açıklamalarına ve iyi niyetli bütün yorumlara rağmen, bazıları yine de, söylenenleri ve yapılmak istenen değişiklikleri, "askeri yıpratma ve orduyu etkisiz hale getirme" şeklinde değerlendiriyor ki, bu tarz bir yaklaşım ne askerin ne de ülkenin yararınadır. Sadece ortalığı bulandırıp hedef saptırma gayretidir. Hedef saptırılmalıdır ki, bazılarının rant düzeni devam edebilsin! Ordu Türkiye'nin en büyük güvencesidir. Bunda hiç tereddüt yok. Ama beri tarafta orduyu asli görevinin dışında işlerle angaje etmek doğru mudur? Mesela Sinema ve Müzik Eserlerini Denetleme Kurulu'nda ille de asker bulundurmak gerekli midir? 1960 Darbesi'yle başlayan ve giderek askeri, kendi konuları dışındaki devlet işleriyle daha fazla doğrudan ilgilendirir hale getiren süreç, Türkiye'yi çağdaş demokratik bir yapıya kavuşma yolunda geriletmiştir. Ali Bayramoğlu'nun birkaç gün önce yazdığı gibi, "Yetkileri haiz ama, sorumluluk taşımayan, müdahale edilmeyen ama müdahale eden, devletin işleyişinden karar alma sürecine kadar her noktada, emir-komuta mekanizması çerçevesinde tayin edici unsur olarak devrede bulunma..." durumu, içerde ve dışarıda Türkiye'yi vesayet altındaki bir demokrasi görüntüsüne sokmuştur. AB cenahından gelen tenkitlere kızacağımıza, kendimiz oturup çağdaş şartlara göre mevzuatımızı düzenleyelim. Bunu yaparsak onların da ağzını kapatmış oluruz. Hassasiyetlerimizi yaptığımız işlerle gösterelim, lafla değil!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.