Cumhuriyetin seksen yılı

A -
A +

Türkiye Cumhuriyeti bugün sekseninci yaş gününü kutluyor. Büyük çile, fedakarlık ve mücadelelerle kurulan Cumhuriyetimiz seksen yıl içerisinde, acaba, Atatürk'ün hedef gösterdiği "MUASIR MEDENİYET SEVİYESİ" -bazıları bunu (ÇAĞDAŞ UYGARLIK DÜZEYİ) şeklinde değiştirdi- ne yükselme hedefine ne kadar yaklaştı veya yaklaşabildi? Her yıl olduğu gibi bugün de, yine bilinen nutuklar atılacak. Ama, hemen belirtelim ki, bu nutuk ve demeçlerin ekseriyetinin içi boş olacak. Bir kısmı sadece hamasi, bir kısmı yüzeysel ve gerçeklerden uzak, bir kısmı da içi boş kavramlarla süslenmiş olacak... Evet aynen böyle olacak! Çünkü geçmişte de hep böyle oldu. Oysa böyle anlamlı bir günde, milli performansımızı daha ciddi şekilde sorgulamak gerekmez mi? Sadece geçmişle öğünmek, sloganlara ve içi doldurulamamış kavramlara sığınarak eyyamcılık yapmak... Dünyanın gidişatını takip etmeyip değişim ve önemli gelişmeleri gözden kaçırmak... Tembelliği, beceriksizliği, bilgisizliği ve kolaycılığı alışkanlık haline getirmek. Bütün bu olumsuzlukları örtmek için de hep birilerini suçlamak!.. Gerçeklerle yüz yüze gelmekten kaçınmak, bardağın hep dolu kısmını görmek, büyüyüp devasa hal alan meselelere karşı bahane olarak yine suçlu aramak. Bu kaytarmacı ve hayalci zihniyetten ne zaman kurtulabiliriz acaba? Kurtulabilir miyiz? "Bir Türk dünyaya bedeldir!" sloganı ile büyüyen bizler ve bizden daha büyükler, 80 yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti'nin milli gelirinin, çokuluslu onlarca şirketin gerisinde kalmasını nasıl algılıyoruz acaba? Dün Yeni Şafak Gazetesinde, gözlerimizi fal taşı gibi açtıracak bir haber vardı. Başlık şöyle idi: "Altmış altı Muşlu bir İsviçreliye bedel!.." Haberin devamında Altmış Ağrılının da bir ABD'liye bedel olduğu yazılı idi. İşte böyle!.. Devlet ve hükümet büyüklerimiz bugünkü nutuklarında bu gerçekleri ne kadar dile getirecekler acaba? Haberin kaynağı olan Gazeteci Emrah Gürkan'ın kaleme aldığı "Ne Kadar Muasırlaşabildik?" başlıklı kitapta yedi milyon insanımızın yardıma muhtaç olduğu bildiriliyor. Türk işçisinin üç ayda kazandığını Yunan işçisi bir ayda kazanıyor. Oysa daha önce de yazdığımız gibi, 1950 yılında İspanya'nın kişi başına milli geliri 150 Dolar iken Türkiye'ninki 200 Dolardı. İspanya bugün 15 bin 800 Dolar. Türkiye hâlâ 2 bin 800 Dolar... Gürkan'ın yazdığına göre, 1960'ta, bu rakam,Türkiye'de 481 Dolar iken Güney Kore'de 132 Dolar imiş. Bugün G.Kore'nin fert başına milli geliri 9 bin 400 Dolar... İşte Türkiye'nin medeniyet yürüyüşündeki tökezlemeler. Seksen yılda tam on beş adet ekonomik kriz yaşamışız. Halen IMF'ye en borçlu ülkeyiz. Velhasıl seksen yıl boyunca, Kurtuluş Savaşı sırasında çekilen ıstıraplara benzer sıkıntılar bir türlü sona ermemiş. Kimi zaman komünizmle, kimi zaman irtica ile, kimi zaman da bölünme tehdidi ile korkutularak bugüne kadar ensemizde hep boza pişirilmiş. Halk olarak, derin veya derin olmayan herhangi bir devletluya hesap sorabilme yeteneğimiz olmamış. Halkın sesi olması gereken aydınlar da devletçiliği daha kârlı ve kazançlı bulmuş. Sırtını ona dayayarak, yani devletten geçinerek onlar da işaret parmağını hep halka uzatarak azarlamışlar. İlericilik olarak da viski içip dansetmeyi bellemişler. Baksanıza iri gazetelerden biri dün, Cumhuriyetin tarihi olaylarını verir gibi haremlik selamlık kronolojisi yayınlamıştı. Gazetenin idari kademesinde de yer alan bir köşe yazarı, ısrarla kadınların başlarını veya başka yerlerini açmalarını uygarlığın tek yolu olarak gösteriyor. Hele bir de "İkinci Cumhuriyetçi"lere panzehir olarak gösterilen ateist bir kalemşorları var ki, evlere şenlik. Altmış altı Muşlu bir İsviçreliye bedel... Bu kafa ile gidersek, gerçekten üryan kalacağız. Ama Çetin Altan'ın deyimiyle "enseyi karartmayalım". Bu ülkeyi kalkındırmanın bir yolunu bulalım.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.