Yargıya güven ve güvensizlik...

A -
A +

Son günlerde yargıya güven meselesi ülke gündeminin ilk sıralarını işgal ediyor. AK Parti cenahından yapılan bazı açıklamalarda, siyasilerin dokunulmazlığının kaldırılması noktasında gösterilen tereddütlerin yargıya olan güven azlığından kaynaklandığı belirtilince, tartışma alevlendi. Aslında yargıya güven konusu bugünün meselesi değil. Yıllardan beri çeşitli vesilelerle gündeme girip çıkıyor. Ama bu defa, biraz daha farklı ve geniş boyutta polemikler yaşandı. Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin ve Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya, "güvensizlik" yargılarına en sert tepkiyi verenlerin başında geldi... "Hukuk herkese lazımdır..." diye tehdit yollu başlayan ve "....Böyle bir şey devletin sonu demektir!" şeklinde vahamet yüklü açıklamalarla biten çıkışlar, her zamanki gibi, sadece tepki mesabesinde ve meseleye yüzeysel yaklaşma niteliğinde. Oysa bu kadar mühim bir konuya, ayaküstü söylenen birkaç tepki cümlesi ile değil, daha geniş, daha derin ve daha soğukkanlı bir biçimde yapılacak tahlillerle açıklık getirilebilirdi. Getirilmeliydi! Yıllardan beri, adli yılın başlangıç törenlerinde Yargıtay Başkanları, kuruluş yıldönümü yahut üyelerin emekliliği veya yemin ederek göreve başlaması münasebetiyle Anayasa Mahkemesi Başkanları, hep yargının problemlerini irdeleyerek; yargıya olan güven meselesini bizzat hatırlatma mecburiyeti hissetmektedir. Hatta Yüksek Yargı Organlarının başındaki zevat, zaman zaman öyle radikal beyanlarda bulunmuşlardır ki, bu sahanın dışındaki kimselerin ifade etmesi pek mümkün değildir... Mesela geçmişte bir sayın Yargıtay Başkanı, emekliye ayrılırken yaptığı konuşmada, "yargıçların vicdanı ile cüzdanı arasında sıkışıp kaldığını" belirtmiştir ki, yargı erki dışında birisinin bunu telaffuz etmesi düşünülemez bile! O halde daha düşük dozdaki tenkitlere olan bu tepkiler neden? Sayın Bumin ve Özkaya ve onların paralelinde açıklama yapanlar acaba, yargıya güven aşınması konusunda yeterince özeleştiri yaptılar mı? Toplumun bütün kesimlerinin özellikle güven duymak istedikleri ve her şeyden daha çok hassasiyet gösterdikleri, yargı mercilerine karşı böyle bir kanaatin doğması herhalde kendi kendine ve birden bire olmadı! Bu atmosfer belli bir birimin sonucudur. Uzun yıllardır yargı yerlerinden çıkan bazı kararların hukuk bilimine uygunluk, objektif ve adaletin bütün kıstaslarını içeriyor olma yönünden taşıdığı eksiklikler mevcut sıkıntının temel nedeni olarak sürekli vurgulanıyor. Bu sıkıntıların yaşanmasında rol oynayan siyasi etkiler, ideolojik sapmalar, maddi imkansızlıklar, iş hacmine göre kadro yetersizliği ve buna benzer daha pek çok faktörün toplamından ibaret olan zaaflar, bütünüyle yargı erkinin beklenen düzeyde bağımsız, etkili, sür'atli ve de güven verici seviyede olmasını önlüyor. Bu kimsenin meçhulü değil... Bunu bilimsel kriterler ölçüsünde ve iyi niyetle dile getirmek de kimseyi rahatsız etmemeli. Bundan da önemlisi gerçeklere dayanan eleştirilerin, yani doğruların kabul edilmesidir. Yargı mensupları kendilerini savundukları kadar, adaletin tecellisinde meydana gelen aksaklıkları ve kendilerinden kaynaklanan eksiklikleri de teslim edebilmelidir. Mesleki hassasiyet duygusuyla dayanışma içine girmek doğaldır ancak, adaleti sağlamakla vazifeli kimselerin de kanun önündeki eşitlikten muaf olmadığı unutulmamalıdır. Bu çerçevede bazı eski yargıç ve savcıların kitaplara bile konu olan beyan ve davranışlarıyla, hukuk ve adalet ilkeleri yerine siyasi tercih yahut, ideolojik mensubiyetin ağır bastığı hükümlerin, "vicdanları rahatsız eden kararlar"ın varlığı, acaba ne kadar değerlendiriliyor? Bu konuda bir yazı yetmez. İlk fırsatta yeniden ele almak gerekecek.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.