Galatasaray'da transfer kaosu!..

A -
A +

2000 yılın havasını ve başarısını yakalayacağız" diyen bir Başkan'ın ve Teknik Direktör'ün kuracakları futbol kadrosunun ve de bu kadrodan çıkacak takım iskeletinin büyük çoğunluğunu "Türk oyuncuların teşkil etmesi" gerektiğini, "o günleri yaşayan" bir spor yazarı olarak söylememde bir hata yoktur, sanırım!.. İyi de, "Galatasaray'ın transfer rotasına bakarsak", bunun tam tersi bir rota izlendiğini ortada: Selçuk İnan, Serdar Kesimal, Ersan Gülüm, Sezer Öztürk, İbrahim Akın, Sercan Yıldırım, Volkan Şen, Mustafa Pektemek, Orhan Şam, Semih Şentürk, Ceyhun Gülselam ve daha bu listeye eklenebilecek 3-5 "kaliteli" ve "Galatasaray takımında çok işler yapabilecek" Türk futbolcu "transfer pazarında" konuşulur ve paylaşılırken, Galatasaray'ın "Selçuk İnan'ı aldıktan sonra" diğerleriyle "ciddi olarak" ilgilenmemesi, bazıları ile "ilgilenir gibi yapıp", onları "başka kulüplere kaptırması" doğrusu ya, sarı-kırmızılı camiada büyük bir "hayal kırıklığı" uyandırdı ve ilk günlerin "coşkulu havası" yerini tereddütlü fısıltılara bıraktı; "Çok başlılık var, bol bol konuşanlar var, kaliteli ve de genç Türk futbolcuları rakiplerimiz paylaşırken, bizimkiler gene Avrupalarda pahalı, ama yaşlı, üstelik son yıllarda gelip gidenlere benzeyen karakterleri ile Galatasaray yâr olup olmayacakları şüpheli oyuncuların peşinde koşuyor; üstelik hüsrana da uğruyor; nerede Haldun Üstünel?.." Bu fısıltılara hak vermemek mümkün değil; hem tribün reytingi, hem forma satışı, hem taraftar coşkusu bakımından "Drogba'ya kimsenin bir diyeceği olamaz" ama, Klose'nin peşinden koşulacağına, mesela "kulübüyle arası soğumuş olan" Semih Şentürk'ün transferi düşünülse daha iyi olmaz mıydı?.. Galatasaray "yukarıda adını yazdığım" futbolculardan "en az" evet, altını çiziyorum "en az dördünü almalı, alabilmeliydi", böylece Avrupa'dan "papatya falı" açtırarak beklenen transferlerin sayısı iyice azalır, "alınanlar" da elbette "çok iyi seçilmiş, kaliteli ve karakterli" futbolcular olurdu. Şimdi "O olmadı, bu; bu olmadı, öteki" denilerek, bugüne kadar "acı örnekleri çok yaşanan" ve "zaman sıkışması yüzünden" sonunda "Ne çıkarsa bahtımıza" denilerek "büyük sözler verildiği için" yapılmak zorunda kalınacak olan, bu arada "ikinci gelişinde Fatih Terim'in de başını yakan" transfer lâbirentinin karanlığından çıkarılarak getirilen futbolcularla ilgili "olumsuz" riskler de en aza inerdi!.. Galatasaray yönetimine soracağım "asıl" soru şu: Galatasaray bu sezon "Avrupa Kupaları'nda yok, sadece Süper Lig'i oynayacak"; alınacak "yetenekli" Türk futbolcuların büyük bölümünün "Fatih Terim gibi bir hocanın elinde" daha sonraki sezonlarda "Avrupa Kupalarında oynayacak Galatasaray kadrosunun iskeletine oturtulması" kadar "sağlıklı ve doğru" bir "başka" strateji olabilir miydi?.. "Futbola tek kişi bakmayacak, hepimiz bakacağız" stratejisinin "ne kadar yanlış olduğunu ortaya koyan" bu transfer dağınıklığının, Galatasaray'a "maddi ve manevi olarak" nerelere mal olacağını bekleyip göreceğiz!.. Yâr ve ağyâr!.. "Galatasaray'a zarar veren" ve de "kendisinden yana olarak" bu yol ayrımı üzerinden "Galatasaray'a zarar verebileceğini tahmin ettiği" Galatasaraylıları bulmakta, "istediği ve onların da istedikleri yerlere gelmesinde" ya da "seçilmesinde" sonuna kadar mücadele ve destek vermeyi çok iyi biliyor, Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım!.. "Bu stratejinin en belirgin örneği" Basketbol Federasyonu Başkanı Turgay Demirel'dir!.. Başka var mı?.. "Benim bildiğim" var, Galatasaraylılar "biraz düşünürlerse" o isimleri de bulabilirler; Aziz Başkan "bu listeye yeni isimler eklerse" de şaşmamak gerek; "Ona yâr, kulübüne ağyâr olmaya" talip olanlar olduğu sürece, neden eklemesin?.. Fatih Akyel!.. Galatasaraylıların, "Fatih Akyel'in Real Madrid'in dünyaca ünlü beki Roberto Carlos'a attığı çalımdan sonra topu sürüp kaleye gönderdiği şut-pasın, Mario Jardel'in ayak koyması ile ağlarla buluştuğu anı" ve de "bu altın gol ile" Galatasaray'ın "UEFA Süper Kupası'nı kazanışını" unutmaları mümkün mü?.. 2000'li yılların Galatasaray'ının Türkiye Ligi'nde üst üste dört yıl şampiyon olarak kırdığı rekorun ve de "namağlûp" UEFA Kupası'nı kazanmasının baş aktörlerinden biri olan Fatih Akyel'i unutmaları mümkün mü?.. İşte "o" Akyel'in adı, bugün "şike iddiaları" ile hapse mahkûm olan kişilerin adlarının arasında yer alıyor; ne kadar acı; "romanı yazılacak, filme alınacak, dizi yapılacak" bir dram; bu dram, bütün sporculara da ders olmalı!.. Temenni edelim ki, "Yargıtay mahkeme hükmünü bozsun" ve Fatih sonunda beraat etsin!.. Galatasaray-Beccali-Basketbol!.. Daha önce de yazmıştım; bir defa daha altını çizeyim; Süper Lig'in devre arasında "Galatasaray'a hiçbir şey vermeyen" birkaç futbolcu için Hagi'nin yakın arkadaşı Beccali'nin cebine "onca milyon euroyu koyanlar", Galatasaray'ın kadın ve erkek basketbol takımlarına "o paranın dörtte biri kadarını gözden çıkarıp" ikişer "kaliteli ve ihtiyaç duyulan" transfer yapabilseydiler, sarı-kırmızılılar bu iki kulvarda "en büyük rakiplerinin önünde" finişi tamamlamak imkân ve mutluluğuna kavuşabilirlerdi!.. Galatasaray - Fenerbahçe final turunun üçüncü maçındaki "göz yaşartıcı manzara", Galatasaray adına "ne demek istediğimi" çok iyi ortaya koyuyor; sarı-lacivertli rakiplerinin "yarısı kadar derinliği olmayan" ve de üstelik "sakatlıklarla boğuşan" bir kadro ile sarı-kırmızılıların gösterdikleri mücadeleye kattıkları kazanma azmi ve arzusunun "hak ettikleri hedefe ulaşamamasının" baş sorumlusudur, sadece "Stancu için Beccali'nin kasasına 5.5 milyon euroyu gözlerini kırpmadan koyan" Adnan Polat; hem de "Ben de, vazgeçilmezim olan Adnan Sezgin de futboldan çok iyi anlarız" diye diye!.. Hâlâ, nasıl da "İbra etmemekle bize hainlik ettiler, onları hiç affetmeyeceğim" diyebiliyor, Polat; "Kimin kimi affetmemesi gerekir" aslında; onu iyi düşünmeli!.. Doğan'ı da kaybettik!.. Tanıdığım, cesaret gerektiğinde "en yürekli", yardım ve iyilik gerektiğinde "en yufka yürekli" gazetecilerden biri idi, Doğan Katırcıoğlu!.. Yıllar yılı "Öcal Abi" derken, insan olarak sevgisini, meslektaş olarak saygısını ifade eden ses tonunu unutmam mümkün değil!.. Aslında benden "bir yaş büyüktü", bunu ona söylediğimde "Ağabeylik yaşta değil, baştadır, Öcal Abi" der, etrafındakilere tevazu ve insanlık dersi verirdi!.. Hayatı bitmek bilmeyen bir mücadele içinde geçti, kış demeden, yaz demeden, gece demeden, gündüz demeden koştu, yazdı, mesleğin her türlü cefasını çekti, haberciliği bıraktıktan sonra, kitaplarıyla gündemden ve meslekten kopmadı, sonunda "yığınla gazetecilik ödülünü" çok sevdiği ve "gözü gibi baktığı" ailesine, çocuklarına, torununa miras bırakarak, "Benden buraya kadar" dedi ve ardında "gözleri yaşlı" bir aile, yığınla dost - meslektaş - arkadaş bırakarak gitti; polis-adliye muhabirliğinin "Son Mohikan'ı idi"; nur içinde yatsın!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.