Dış politikada öncelikler değişirse, politika da değişir

A -
A +
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son Soçi ve Lviv ziyaretleri dönüşünde gazetecilere yapmış olduğu açıklamalardan Suriye ile ilgili kısmı iki haftadır Türkiye’de en çok tartışılan konuların başında geliyor.
 
Erdoğan, Lviv dönüşünde yaptığı açıklamalar sonrasında Suriye merkezli yaşanan tartışmaların sorulması üzerine “…Suriye ile daha ileri seviyede adımları temin etmeliyiz…'' tarzı daha ileri açıklamalarda bulundu.
Bunun üzerine “Şam ile ilişkiler yeniden mi kuruluyor? Orta Doğu’da başlayan normalleşmede BAE, Suudi Arabistan, İsrail ve Mısır’dan sonra sıra Suriye’ye mi geldi?" gibi soruların cevabı aranırken Türkiye’nin Suriye’ye yönelik yaklaşık on beş yıllık politikası masaya yatırılmaya başlandı.
Maalesef her işimizde olduğu gibi Türk diplomasisinin önemli bir başlığını oluşturan Suriye konusu da iç politik duruşla açıklanmaya çalışılıyor. Mutlaka bunda konunun göç/mülteci/sığınmacı gibi iç politikayı da ilgilendiren önemli yanlarının olması etkili oluyordur.
 
Türkiye’nin Suriye konusunda öncelikleri çoktan değişti
 
2010 Aralık ayında Tunus’ta başlayan, kısa zamanda Arap dünyasını etkisi altına alan ve popüler ismiyle Arap Baharı diye tanımlanan Arap Halk Hareketlerini Türkiye o dönem bir “demokratikleşme dalgası” olarak okudu. Tunus ve Mısır’daki gelişmeleri nasıl görmüşse, Suriye’dekini de aynı şekilde gördü. Bu süreçte Batılı müttefiklerle birlikte Orta Doğu’da hızla yayılan dalganın yanında durmayı tercih etti.
 
Fakat iş 2013 yılında değişmeye başladı. Başta ABD olmak üzere önemli müttefik devletlerin Orta Doğu’da farklı plan ve projeler peşinde olduğu görülmeye başlandı. “Demokrasi havarisi” müttefiklerle Türkiye’nin bölgede yaşanan gelişmeler konusunda ayrıştıkları apaçık ortaya çıktı. ABD, Mısır’da Temmuz Darbesini desteklerken Suriye’de muhalif gruplardan uzaklaşarak kendine yeni “müttefik” buldu. Müttefik derken devletlerden bahsetmiyorum. Kendi adına bölgede “vekalet savaşı” yürütecek PKK/YPG/SDG terör örgütünü kastediyorum.
 
Bu yüzden Türkiye’nin Suriye konusunda öncelikleri değişeli çok oldu. 2013’ten beri Türkiye Suriye’de başka konular işin mücadele ediyor. O Arap Baharının başındaki motivasyon temel belirleyici değil artık.
 
Peki Türkiye’nin öncelikleri neler?
 
Elbette birinci önceliği, başta ABD olmak üzere bazı devletlerin desteğini yanında bulan terör örgütü PKK/YPG’nin bölgede oluşturmak istediği “terör kuşağı”nı sonlandırmak, onu imkânsız kılmak. Nitekim, bunun için 2016 yılından beri Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Barış Kalkanı olmak üzere bölgeye dört operasyon yaptı. Türkiye’nin güneyinde, Suriye’nin kuzeyinde oluşturulmak istenen “terör kuşağı”nı parçaladı.
 
Türkiye’nin tüm karşı çıkışları ve yaptığı operasyonlarına rağmen bölgeyi zehirlemek için atılan terör tohumunun zemin tutması projesinden vazgeçilmiş değil. Suriye’deki iç savaşı ve bölge ülkeleri arasındaki anlaşmazlıkları terör örgütü PKK ve bileşenlerine tahvil etmeye çalışan “müttefiklerimiz” var.
 
Onlar kendi müttefiklerine karşı terör örgütü ile çalışmayı hiç sorun etmeden yapabiliyorlarsa Türkiye de kendi hayati çıkarları için bölgede etkin olan aktörlerle görüşebilmelidir. Diplomasi bunun için vardır. “Dün şöyleydi bugün böyle” mantığıyla konuya yaklaşanlara kulak asmaya değmez. Önemli olan Türkiye’nin ali menfaatleridir.
 
İkinci olarak, Türkiye sınır güvenliğini koruma amacındadır. Bunun tek başına sağlanmasının ne kadar zor ve maliyetli olduğunu yaşayarak gören bir ülke olarak Türkiye sorunun çözümüne katkı verebilecek her aktörü dikkate almalıdır ve görüşebilmelidir. Bölgede herkesin herkesle açık veya gizli görüştüğü ve iş tuttuğu bir ortamda Türkiye’nin yanı başındaki gelişmeleri uzaktan izlemesi beklenemez.
 
Üçüncü olarak, göçmen/mülteci/sığınmacı ne dersek diyelim, ortada Türkiye’nin çözmesi gereken önemli bir konu var önünde. Bu sorunun makul bir zemine oturtulabilmesi için bugüne kadar yapılanlardan farklı şeyler yapmanın gerekli olduğu anlaşılıyor. Savaş ve terörün neden olduğu bölgedeki demografik değişimden en çok terör örgütleri ve onların destekçileri faydalanıyor. Bu sürecin sonlandırılması ve birlikte yaşama idealinin tamamen ortadan kalkmaması için yeni bir diplomatik sürecin devreye sokulması faydalı olabilir.
 
Yeni süreçte tüm bunlar yapılırken başkalarının da boş durmayacaklarını hesaba katmak gerekir. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun bir sözü üzerine nelerin devreye sokulabileceğini görmüş olduk.
 
Türkiye’nin normalleşme yönünde atacağı her adım birilerinin çıkarına dokunacağı için engeller çıkartılacaktır. Hatta, 2013 yılından beri yüzüstü bıraktıkları kişi ve grupları ABD gibi bazı ülkeler tekrar keşfedeceklerdir. Suriye iç savaşının ve bölgesel istikrarsızlığın devam etmesi için yapmayacakları oyun, baş vurmayacakları entrika kalmayacaktır.
On küsur yıldır bölgede sürdürülen savaş ve istikrarsızlığın ortadan kaldırılması için Türkiye bölge ülkeleriyle başlattığı normalleşme girişimlerini yaygınlaştırmalıdır.
Duygusal olmaya gerek yok…
Şartlar değişince politika değişir,
Dinamik coğrafyada statik dış politika olmaz…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.