Eğitimde misyonerliğin rolü

A -
A +
Osmanlı ve sonrasında Türkiye giderek modernleşiyordu. Ama Batı size bedel ödetmeden bu hayâtı yaşatır mıydı? Bizi evvelâ bâzı ayak bağlarından kurtarmalıydılar. Birtakım periyodik devrimlerle Batı’ya entegre olmaya çalışıyorduk. Bu hızlı değişimin destekçisi de misyonerlik kurumu idi. Bunun asıl amacı da Hristiyanlığı yaymaktı.

 

 
EĞİTİM Mİ, TERBİYE Mİ?
 
Bir milleti âbâd eden de berbâd eden de eğitimdir. Eğitim aslında tohum yetiştirmektir. Ona sonra kültür de demişlerdir. Yâni üretmek, çoğaltmak anlamında. İslâmiyette eğitim terbiye demektir. Bu kelimenin Rabbânî bir havası vardır. Fakat terbiye eğitim kelimesi ile karşılanabilir mi? Tabîî ki hayır. Bu yüzden hâlâ değiştiremedikleri bir kurul var: Tâlim ve Terbiye Kurulu. Bu kurula “öğretme ve eğitme kurulu” diyemediler. Çünkü abes olacaktı.
Bir insana “eğitimsiz” diye kızsanız, o bunu hakâret telâkkî etmez. “Eh doğru, imkânsızlıklar yüzünden okuyamadım” der. Fakat ona “terbiyesiz!” derseniz bunu hakâret kabûl eder. O hâlde eğitim aslâ terbiye kelimesinin karşılığı değildir. Terbiye Rabbânî bir hissiyatla başlar, edeple tekâmül eder. Bugünkü millî eğitimimiz gerçekten millî midir? Kelimeler etiketlerdir. Yâni zarflardır. Mazrûfu yâni içeriği doldurulmazsa hiçbir şey değildir.
Sürücü eğitimi olur ama çıraklık eğitimi olmaz. Usta çırak eğitimi rahle-i tedrîs gibidir. Pilot eğitilir ama terzilikte eğitim değil terbiye esastır. Modern eğitim, tam anlamıyla eğitimdir. Terbiye aradan çekildi. Bundan sonra A ile Z arasındaki alfabedeki hangi harfle nitelerseniz niteleyin, en sonunda Z nesli der tükenirsiniz. Cinsiyet faktörü karışmış, “erkekleşmiş” kızlar ve “kızlaşmış” erkeklerin hepsi bu modern eğitimin sonucudur. İşte siz de bunu istemediniz mi? İşte tam Batı eğitimi! Papazlar bile eş cinsel olmuş, kiliselerinde bile eş cinsel nikâhlar kıyılan bir Avrupa. Hadi çıkın işin içinden!.. Dinî ve millî hislerden soyutladığınız nesil bu. Eseriniz yeni nesil. Bununla övünür müsünüz yoksa dövünür müsünüz?
Çeşitli yönleriyle tekrar incelenmesi gereken bir konudur bu. Fakat şurası gerçek ki Osmanlı bu sıkıntının başına nasıl dertler açacağını bildiği için buna hassâsiyet göstermiş, fakat son zamanlardaki dış mihraklar ve yerli ihânet şebekeleri yüzünden bundan kurtulamamıştır. Sultan Abdülhamîd bu tehlikeyi anladı ve mâni olmaya çalıştı, ama gücü yetmedi.
Aslında Osmanlı hızla değişen şartları görerek buna geleneksel tavrı ile çâreler aradı. Tabîî ki bunun yolu teknik eğitimden geçiyordu. Bu yüzden sür’atle mühendishâneler, tıbbiyeler, teknolojik donanımlı ordu birlikleri ve modern donanma faaliyetleri Sultan Abdülazîz’le başladı, Abdülhamîd Han’la zirve yaptı. Artık kol gücü yerini makineye bırakmıştı. Onun ana maddesi enerji yâni petroldü. Ve Osmanlının bir ayağı da petrol kuyuları üstünde yâni Orta Doğu’daydı. Batı’nın iştihâsını kabartan da bu mes’ele idi. Osmanlıya saldırıların temelinde de petrol mes’elesi vardır.
Osmanlının Batı’ya rağmen Batılılaşması ve sanâyîleşmesi gerekiyordu ama nasıl?
Halil Rif’at Paşa’nın “Sultânım Batılılaşmaktan başka çâremiz yoktur” sözü “vur deyince öldür” diye anlaşılmış bir mes’ele miydi? Yâni Batı’dan çok Batıcı olmak ve taklitçilikte sınır tanımamak. Taklitçiler Batı’nın tekniği yerine seküler (sâde dünyâyı düşünen din dışı) bir hayâtı benimsediler.
Eğitimde misyonerliğin rolü
BATI’YA ENTEGRE OLMA ÇABALARI
 
Osmanlı ve sonrasında da Türkiye giderek modernleşiyordu. Ama Batı size bedel ödetmeden bu hayâtı yaşatır mıydı? Bizi evvelâ bâzı ayak bağlarından kurtarmalıydılar. Sırasıyla, saltanat, hilâfet kaldırıldı. Lâtin alfabesine geçildi. Birtakım periyodik devrimlerle Batı’ya entegre olmaya çalışıyorduk. Bunları yapmak için de Batı’nın âcil yardımına ihtiyâcımız vardı. Bu hızlı değişimin destekçisi de misyonerlik kurumu idi. Bunun asıl amacı da Hristiyanlığı yaymaktı.
İslâmiyette tebliğ müessesesi i’lâ-yı kelimetullâh yâni Allâhü teâlânın adını, Efendimizin sünnet-i seniyyesini ve İslâm ahlâkını yaymaktı. Tebliğciler yâni mübelliğler, Sahâbe-i kirâm zamanından başlayarak Hind’e, Çin’e, Göktürk Devleti’ne kadar gittiler. Evlerinden, çocuklarından ve canlarından geçerek insanlığı ilâhî nûra da’vet ettiler.
“Hristiyanlıkta modern misyonerlik William Carey’in Hindistan’a ayak basması ile başlamıştır. Bu iş için bakanlıklar ve finans teşkîlâtları kurulmuştur.
Böyle bir teşkîlâtın aslâ vazgeçemeyeceği bir yer Anadolu Türk İslâm yurdu idi. Bu faaliyetlerinin semeresini bizi Hristiyanlaştırarak olmasa bile 19. ve 20. asırlarda Ermenileri ayaklandırarak büyük bir fitneye sebep oldular.” (Türkiye’de Misyonerlerin Hedef Kitleleri ve Faâliyetleri, Tuba Arıcı Kozan, İrfan Yayıncılık, s.25 2010 İstanbul)
“Hristiyanlar Müslümanlara yönelik faâliyetleri yanında diğer Hristiyan mezheplerine de açık bir propagandaya girişmişlerdir.
Osmanlıdaki Islâhât Fermânı ile misyonerlerin önü de açılmıştır. 1878’de Protestanların durumunu belirleyen nizamnâme ile de gâyet rahat çalışma imkânı buldular. Bu dönemde açılan Bible House (İncil Evi) ile çalışmalarını sıklaştırdılar. Yine 1834’te çıkarılan bir kânunla Hristiyanların mezhep değiştirmeleri de yasaklandı.” (Türkiye’de Misyonerlik age, s 68 )
Çalışmaların özü diyebileceğimiz okullar ve vakıflar ise mantar gibi bitmeye başladı. Osmanlı başlangıçta bunların aslî bünyemizi bozamayacağına inanıyordu. Bu millet hiç Hristiyan olur muydu? Bunu Midhat ve Reşîd Paşalar bile başaramamışlardı. Zâten onlar da bu milletin Hristiyan olmayacağını biliyorlardı. Ama maksat İslâmiyetten gerektiği kadar uzaklaştırmak ve lâik bir toplum inşâ etmekti. Bu niyetle alt kurumları olan okullarını devreye soktular. Bu meyanda Bursa Amerikan Kız Koleji, Robert Koleji, Saint Benoit (Sen Benua) Lisesi, Hristiyan Genç Erkekler Birliği, Ermeni Mektepleri ilk gözetleme kuleleri olarak açıldı.
Misyonerler buldukları bu mümbit toprakları sonuna kadar işlemek istiyorlardı. Bunun sonucu olarak 1913 yılı îtibârıyla bu kuruluşların 148 Protestan teşkîlâtında 15 bin 500 görevli Osmanlı topraklarında çalışmaya başladı. 33.000 çocukla müsâit bir çalışma alanı buldular. Protestan misyonerler, başta Rum, Ermeni, Mârûnîleri de yardımcı unsurlar olarak çalıştırıyorlardı. İngiliz Büyükelçisi Conning’in desteğini de alan bu gruplar Bâb-ı âlî’den çalışma izni de çıkarttılar.
19. yy sonu ile 20. yy başında misyonerlik faâliyetleri zirve yapmıştır. Özellikle Tanzîmat’tan sonra Almanlar, İtalyanlar, İngilizler ve Amerikalılar bu topraklarda yaygın bir faâliyet başlattılar. Bu alanda Balkan ülkelerinde Rus Ortodoks Misyonerleri, Arap ülkelerinde İngiliz CMS Teşkilâtı, Kuzey Afrika’da Fransızlar alenî olarak çalıştılar.
Ayrıca ABD büyükelçisi Honcox’un verdiği bilgiye göre sırf Amerikan Board Teşkîlâtı’nın yürüttüğü misyon faâliyetleri bilânçosu şu şekildedir: Meşgûl olunan şehir, köy, kasaba sayısı 394, Misyona görevli olarak gelen ABD vatandaşı sayısı 254, Türk asıllı yardımcı sayısı 1049, Board Şirketi’ne bağlı özel okul ve kolej sayısı 35, Leylî (yatılı) kız mektepleri sayısı 127, umûmî mektepler 508, tedrîs altındaki talebe sayısı 25.171, teşkîlâtlı kilise sayısı 138, bir yılda dağıtılan İncil sayısı 150.000, bir yılda Board Teşkîlâtı’nın dağıttığı para 700.000 lira. (Türkiye’de misyonerlerin, age)
 
VAKIF MI AJAN TEŞKÎLÂTI MI?
 
Ayrıca vakıf adı altında kurulan ajan teşkîlâtlarını okumaktan sıkılacaksınız ama direnin ve okuyun lütfen. İbretlik, evet tam ibretlik: Beyoğlu Ayalanya Nikola Kilisesi Vakfı, Tarabya Aya Paşkevi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı, Ortaköy Aya Yorgi Foka Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı. Kuruçeşme Ayadimitri Aya Yani Rum Ortodoks Kiliseleri Vakfı, Yeniköy Aya Nikola Rum Ortodoks Kiliseleri Vakfı, Büyükdere Aya Paraşkevi Rum Ortodoks Kiliseleri Vakfı, Yeniköy Aya Yorgi Rum Ortodoks Kiliseleri Vakfı, Sarıyer Rum Ortodoks Kiliseleri Vakfı, Hasköy Aya Paraşkevi Rum Ortodoks Kiliseleri Vakfı, Bebek Aya Haralambos Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı, Beyoğlu Apeloğlu Andon Ermeni Kilisesi Vakfı, Beyoğlu Galata Surp Surp Lusavoriç Çerçis Ermeni Kilisesi Vakfı, Ortaköy Surp Lusavoriç Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı, Hasköy Türk Karaim Cemaati Vakfı, Şişli Karagözyan Ermeni Kilisesi Vakfı, Hripsinyans Mektepleri ve Mezarlıkları Vakfı, Beşiktaş Meryem Ana Kilisesi Vakfı, Meryem Ana Arakel Kilisesi Vakfı, Ortaköy Meryem Ana Kilisesi Vakfı, Şişli-Pangaltı Ermeni Katolik Mıhıtarist Mıhıtaryan Manastırı ve Mektebi Vakfı, Feriköy On iki Apostol Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı. Yeniköy Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı, Boyacıköy Panayiya Evangelistra Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı, Beşiktaş Panayiya Evangelistra Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı, Beşiktaş Cihannümâ Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı, Beyoğlu Rum Ortodoks Kiliseleri ve Mektebi Vakfı, Karaköy Neva Şalom Sefaradim Mûsevî Sinagogu Vakfı, Büyükdere Sırp Hripsimyans Ermeni Kilisesi Vakfı, Boyacıköy Surp Yeriz Mangans Ermeni Kilisesi Vakfı, Yeniköy Kutdipo İstapanos Ermeni Kilisesi Vakfı, Nersesyan Mektebi ve Mezarlığı Vakfı, Kasımpaşa Surp Agop Ermeni Kilisesi Vakfı, Halıcıoğlu Meryem Ana Ermeni Kilisesi Vakfı, Kalfayan Yetimhânesi Vakfı, Rumeli Hisarı Surp Sanduht Ermeni Kilisesi Vakfı, Şişli Feriköy Vartanas Ermeni Kilisesi Vakfı Taksim Elmadağ Surp Agop Ermeni Kilisesi Vakfı, İstinye Taksiarhi Ortodoks Kilisesi Vakfı, Beyoğlu Üç Horon Ermeni Kilisesi Vakfı, Taksim Zapyon Rum Kız Lisesi Vakfı, Şişli Gürcü Katolik Kilisesi Vakfı, Beyoğlu Sakızağa Surp Astavazazin Ermeni Kilisesi Vakfı, Beyoğlu Surp Yerututyan Ermeni Kilisesi Vakfı, Beyoğlu Surp Andon Ermeni Kilisesi Vakfı, Tarabya Surp Andon Ermeni Kilisesi Vakfı, Mıgırdıç Ermeni Kilisesi Vakfı, Yeniköy Surp Ohannes Ermeni Kilisesi Vakfı, Şişli Bulgar Ermeni Kilisesi Vakfı, Çağlayan Bulgar Hastahânesi Vakfı, Beyoğlu Yenişehir Evangelistra Rum İlkokulu Vakfı, Surp Yerdogasan Artekelotz Ermeni Kilisesi Vakfı, Rum Ortodoks Kiliseleri ve Mektepleri Vakfı, Panayia Rum Ortodoks Kiliseleri Vakfı, Surp Nikagos Ermeni Kilisesi Vakfı, Hamdet İsrael Rum Manastırı Vakfı, Hristos Rum Manastırı Vakfı, Aya Triada Rum Manastırı Vakfı, Hased Lavraam Mûsevî Kadıköy Surp Levan Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı, Kadıköy Surp Levan Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı, Büyükada Ermeni Katolik Surp Avastazazin Kilisesi Vakfı...
Meselâ Surp Leon Ermeni Katolik Kilisesi, Kadıköy Altıyol Meydanı’nda 1890 yılında inşâ edilmiştir. 1908 yılında Kadıköy semtinde 150 Ermeni Katolik âilenin ikâmet ettiği ve nüfuslarının 600 kişiden oluştuğu bilinir. Kadıköy’de Rum nüfus da azımsanamayacak kadar çoktur.
“19. yy’da Avrupa ülkeleri ile olan dînî benzerliklerini de kullanan Rumlar kapitalistleşmeyle birlikte önemli zenginliklere ulaştılar… Galata, Pera, Kurtuluş, Ortaköy, Kadıköy, Arnavutköy gibi semtlerde çoğaldılar. 1885 yıllarında 870.000 nüfuslu İstanbul’un %18’i Rum’du.” (Ahmet Tetikol, İstanbul’un En Eski Sâkinleri Rumlar.)
Rum ve Ermenilerin Katolik olanları özellikle Kadıköy ve Beşiktaş’ta berâber barınabiliyorlardı. 6-7 Eylül hâdiselerinden sonra İstanbul’u büyük ölçüde terk eden Rumların hâlâ en yoğun yaşadıkları bölgeler Kadıköy, Yeniköy, Ortaköy ve Adalar’dır. Ermeniler daha ziyâde Beşiktaş ve az bir nüfusla Kuzguncuk’u tercih etmektedir.
Aziz okuyucular, ben sıkılmadan buraya tam 68 Hristiyan, Yahûdî, Hristiyan Kilise ve Sinagog Mektep Vakıfları yazdım. Bunlardan 27 tânesi Ortodoks menşelidir.
Tabîî ki bir dikkat çeken husus da Ermeni Katolik vakıflarıdır. Ermeniler ve İslavlar genelde Ortodoksturlar. Ayrıca yine Şişli Gürcü Katolik Kilisesi Vakfı da böyledir. Yine Kadıköy’deki Surp Levan Ermeni Kilisesi ve Büyükada’daki Ermeni Surp Avaztazian Ermeni Kilisesi Vakfı da Katoliktir.
Ayrıca Boyacıköy (Emirgân) Rum Ortodoks Kilisesi, Beşiktaş Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı, Beyoğlu Yenişehir Rum İlkokul Vakıfları da Evangelisttir.
Karaköy Neva Şalom Sefaradin Mûsevî Sinagogu Vakfı, Hamdet İsrael Mûsevî Sinagogu Vakfı, Hased Lavraam Sinagogu Vakıfları da Mûsevîdirler.
Anadolu Türk-İslâm olmadan evvel Bizans hep Ortodoks’tu. Patrikhâne İstanbul Fener’deki Rum Ortodoksların kalbidir. Ermeni ve Gürcülerin de büyük bir kısmı Ortodoksturlar. Hellas (Yunan) Megalo İdea (Büyük İdeal Eski Bizans’ı diriltme ve İstanbul’u tekrar Konstantinopolis yapma ideali) ağırlıkla Ortodok Patrikhânesi’ne dayanır.
Şimdi size şunu düşündürmek İstiyorum: Nerede kurulmuş bu vakıflar? Beyoğlu Galata, Ortaköy, Kuruçeşme, Yeniköy, Büyükdere, Hasköy, Şişli, Pangaltı, Feriköy, Beşiktaş, Halıcıoğlu, Kasımpaşa, Rumeli Hisarı, Taksim, Tarabya, İstinye, Kadıköy ve Büyükada.
Dikkat edin! Üsküdar, Fâtih, Eyüp Sultan, Beyazıt, Süleymâniye ve benzeri yerlerde bu vakıflar yoktur. Bir de vakıfların cirit attıkları semtlerin kültür altyapılarına bir göz atalım. Kıyas bile kabul etmez. Biri mütedeyyin ve muhafazakâr semt yelpâzesi, biri Avrupa taklitçisi kozmopolit kültürün at oynattığı semtler. Çünkü serviler şehri Üsküdar, Yüce Sultan Fâtih’in mekânı Fâtih, Sahâbe-i kirâm misâfirhânesi Eyüpsultân, Sahhâflar ve eski eserlerin mânevî kokusunun sindiği Bayezîd, İstanbul’umuzun gözetleme kulesi ve Muhteşem Süleymân’ın istirâhâtgâhı olan Süleymâniyeye’ye bu ajanlar yanaşmaya cesâret de edemediler.
Hiçbir şey tesâdüf değildir. Çok emek verdi Batı. İstilâları bizim bünyemizi daha da kuvvetlendirdi. Ama kültür istilâları var ya, lüferin boğazına saplanan zoka gibi. Bize zokayı yutturmuşlar. Ah Neyzen seni hep anıyorum. Rabbim günahlarını affetsin. Gerçekten dediğin gibi gitmediler:
Yerli iş birlikçiler ve müstevlîlerin kimi itini bıraktı, kimi bitini. Kimi de piçini bıraktı. Yoksa bu kadar şerefsizin bizden olması mümkün değil…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.