Mü'minlere hiçbir ibâdet zor gelmez

A -
A +

En son hak dîn olan İslâmiyette emredilen îmân, ibâdet ve ahlâk esasları ile insanlar, ma'nen ve maddeten yükselmeye, üstünlük ve şeref sâhibi olmaya, dünyâ ve âhiret saâdetlerine kavuşmaya da'vet edilmişlerdir. Bir Müslümân, Allahü teâlânın harâm, yasak ettiği şeylerden, O yasakladığı için kaçınca ve emrettiği şeyleri, O emrettiği için yapınca ibâdet yapmış, kulluk vazîfesini yerine getirmiş olur. İslâm dînindeki ibâdetlerin neler olduğu ve nasıl yapılacağı hakkında "Fıkıh" ve "İlmihâl" kitaplarında geniş bilgi vardır. Hakîkatte, bütün insanların yaratılmalarındaki maksat, Allahü teâlâya ibâdet etmeleridir. Nitekim Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîminde, Zâriyât sûresinin 56. âyet-i kerîmesinde meâlen: "İnsanları ve cinnîleri, ancak (beni bilmeleri, tanımaları) bana ibâdet etmeleri için yarattım" buyurmuştur. Kur'ân-ı kerîmde, Mülk sûre-i celîlesinin 2. âyet-i kerîmesinde ise: "Hanginizin daha güzel amelde bulunacağını imtihân edip ortaya çıkarmak için ölümü de, hayâtı da yaratan O'dur..." buyurulmuştur. İHSÂN, ŞEFKAT VE MERHAMET Bu dünyâ bir imtihân yeridir. Bu imtihânda muvaffak olmak için, İslâmiyetin emrettiği ibâdetleri yapmak lâzım ve şarttır. İbâdetleri yapmayanlara, âhirette çok acı azâplar yapılacağı, Kur'ân-ı kerîmin pekçok yerinde tekrâr tekrâr bildirilmektedir. Bunun böylece bildirilmesi, aslında Cenâb-ı Hakk'ın bir ihsânı, O'nun şefkat ve merhametini ifâde eden bir durumdur. İbâdetler üzerinde biraz düşünecek olursak; yirmi dört sâatte bir sâat tutmayan bir zamânı, Allahü teâlânın emrini yapmak (namaz kılmak) için ayırmamak ve Cenâbı Hakk'ın ihsâniyle zengin olup da malının kırkta birini Müslümânlardan fakîr olanlara vermemek, mubâhları bırakıp da harâm ve şüpheli olan şeylere uzanmak, aslında aklı başında olan insanlar için büyük bir ayıp, büyük bir suç olur. Allahü teâlâyı sevmek ve saymak, O'nu ta'zîm etmek de, O'na kulluk vazîfelerini yerine getirmekle olur. Bilindiği gibi, ibâdetler üç nevidir: a-Beden ile, b-Mal ile, c-Hem beden hem de mal ile olur. Birincisi, namaz ve oruç; ikincisi zekât, sadaka-i fıtır, kurbân; üçüncüsü de hac ve umre gibi ibâdetlerdir. Bütün Ülü'l-azim Peygamberler, Resûller ve sayılarını kesin olarak bilemediğimiz Nebîler (Peygamberler) (aleyhimüsselâm), insanlığı kendileri gibi birer mahlûk olan varlıklara tapınmak karanlığından kurtararak, bütün varlıkların yaratanı ve hakîkî sâhibi olan Allahü teâlâya ibâdet etmenin şeref ve üstünlüğüne çağırmışlardır. İnsanların, zaman zaman içine düştükleri birtakım vahîm yanlışlık ve bayağı işler, her zaman ve her mekânda, Allahü teâlânın gönderdiği Peygamberler (aleyhimüsselâm) ve hak dînler vâsıtasıyla düzeltilmiş, îmân ve ibâdette, hak olan Ma'bûd'a (Allah'a) yönelmeleri emredilmiştir. DÎNİMİZDE AKLIN YERİ Mukaddes dînimiz İslâmiyet, akla çok önem veren bir dîndir. Akıl bir ölçü âletidir; ama her işte ve hele dînî işlerde akla güvenilemez. Dîn işleri, akıl üzerine kurulamaz. Çünkü akıl, bir kararda kalmaz. Akıl, insanlar arasında da eşit olarak bulunmaz. En yüksek akıl ile en aşağı akıl arasında binlerce derece vardır. Herkesin aklı, birbirine uymadığı gibi, hattâ aynı kişinin, selîm olmayan aklı da, bazen doğruyu bulur, bazen de yanılır ve yanılması daha çok olur. En akıllı denilen kimse bile, sadece dîn işlerinde değil, uzman olduğu dünyâ işlerinde de çok hatâ eder. Çok yanılan bir akla, dîn işlerinde nasıl güvenilebilir? Devâmlı, sonsuz olan âhiret işlerinde, nasıl olur da, akla uyulur? Akıl, insandan insana değiştiği için, bazı insanlar dünyâ işlerinde isâbet ettiği hâlde, bazıları yanılabilmektedir. Aklın belli bir sâhası vardır. Bunun dışındakileri ölçmeye, anlamaya gücü yetmez. Onun için akıl, Allahü teâlâya âit bilgilerde ve dînî konularda ölçü olamaz. Aklın anlayamadığı veya yanlış anladığı çok şey vardır ki, bunları ancak "Peygamber"ler bildirir...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.