Sevgili Peygamberimizin yüksek ilmi

A -
A +
Hemen makâlemizin başında ifâde edelim ki, Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm "ümmî" idi. Yâni kimseden ders görmemiş, herhangi bir kitap okumamış, hiçbir yazı yazmamıştır. Fakat insanlar ve melekler içinde, en çok ilim O'na verilmiştir. "Ümmî" olduğu hâlde, yâni kimseden bir şey okuyup öğrenmemiş iken, Allahü teâlâ, O'na her şeyi bildirmiştir.
Şunu belirtelim ki, "Ümmî" terimi, câhil demek değildir. Okur-yazar olmayana "Ümmî" denir. "Ümmî" olan âlimler de vardır. Kâinâtın Efendisi Muhammed aleyhisselâm da "Ümmî" idi. Fakat bütün ilimlere vâkıf idi. O kadar âlim idi ki, Onu görmekle şereflenip sahâbî olanlar bile, oradan ayrılınca hikmet ehli olurdu. Yani doktorlarla tıp ilminden, zirâatçılarla zirâat ilminden, subaylarla harp tekniğinden konuşabilirlerdi. Elbette bu, Peygamber Efendimizin bir mu'cizesi idi...
Evet, Muhammed aleyhisselâm, "Ümmî" idi; yanî hiç mektebe gitmedi. Kimseden ders almadı. Fakat, her şeyi biliyordu. Yanî her neyi düşünse, her neyi bilmek istese, Allahü teâlâ O'na bildiriyordu. Cebrâîl aleyhisselâm adındaki melek gelip, O'na her istediğini söylüyordu.
Bu husûsu, Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen şöyle bildiriyor: "Sen bu Kur'ân-ı kerîm gelmeden önce, bir kitap okumadın; yazı da yazmadın. Eğer okur-yazar olsaydın, başkalarından öğrendin diyebilirlerdi." (Ankebut sûresi, 48).
Bu âyetin tefsîrinde şöyle denilmektedir: "[Ey Muhammed! Bu Kur'ân-ı kerîm sana indirilmeden önce] Sen bir kitaptan okumuş ve elinle onu yazmış değildin. Eğer öyle olsaydı müşrikler, [Kur'ân-ı kerîmi, başkasından öğrenmiş veya önceki semâvî kitaplardan almış] derlerdi. [Yahûdîler de, Onun vasfı Tevrât'ta ümmî olarak bildirilmiştir, bu ise ümmî değil diye şüpheye düşerlerdi.]"
Diğer bir âyet-i kerîmede meâlen, "Yanlarındaki Tevrât ve İncîl'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygambere uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri harâm kılar. Onunla birlikte gönderilen Nûr'a [Kur'âna] uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır" [A'râf, 157] buyurulmuştur.
Esâsen Cenâb-ı Hak, Muhammed aleyhisselâmı Peygamber olarak seçerken, O'nun bilhâssa "Ümmî" yâni okuma-yazma öğrenmemiş olmasını ve bu sebebden Kur'ân-ı kerîmin ancak Allahü teâlâ tarafından vahy edilebileceğinin anlaşılmasını istemiştir.
Hadîs-i şerîfte de; "Ben ümmî Peygamber Muhammed'im... Benden sonra Peygamber yoktur" buyuruldu.
Yine Kur'ân-ı kerîm'de şöyle buyurulmaktadır:
"O (Muhammed aleyhisselâm) kendiliğinden, kendi arzûsu ile konuşmaz, konuşmamaktadır. Onun [dîn işlerinde] konuşması ancak vahiydir; O'nun sözleri, O'na bir vahiy ile bildirilmekte, öğretilmektedir." [Çünkü O, tevhîdi ilân ve şirki yok etmek ve İslâmiyeti yaymak ile emrolunmuştur]" buyurulmuştur. (Necm sûresi, 3-4)
Kur'ân-ı kerîmin Allah kelâmı olduğunu inkâr eden ve Muhammed aleyhisselâm tarafından hazırlandığını iddiâ edenleri reddeden âyet-i kerîmeler nâzil oldu.
İsrâ sûresinin 88. âyetinde meâlen, "De ki, insanlar ve cinnîler birbirlerine yardımcı olarak, [belâgat, güzel nazm ve kâmil mânada] bu Kur'ânın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, yemîn olsun ki, yine de benzerini ortaya koyamazlar" buyuruldu.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.