İnsanın diğer varlıklardan daha üstün olması...

A -
A +
Kesin bir surette ifâde edelim ki, insanın diğer varlıklardan daha mümtâz/seçkin/yüksek/üstün olması îmân, takvâ, ilim, edep ve ahlâk iledir.
 
Gelmiş-geçmiş bulunan bütün Peygamberlerin getirdikleri ahkâm-ı dîniyyede; dînin, nefsin (cânın), aklın, neslin (ırzın, nâmusun), malın ve benzeri değerlerin korunması öngörülmüştür. 
Burada kesin bir surette ifâde edelim ki, insanın diğer varlıklardan daha mümtâz/seçkin/yüksek/üstün olması îmân, takvâ, ilim, edep ve ahlâk iledir.
İnsanı, -temel kaynaklarımızda zikredilen sıfatlarıyla-  şöyle tarîf etmek mümkündür:
İnsan, “madde” ve “mana” (yani “beden” ve “ruh”) olmak üzere iki unsurdan meydana gelen, "Allah'ın yeryüzündeki halîfesi" kılınan (Bakara, 30), “a'lâ-yı illiyyîn”e çıkmaya namzed yapılan (Âl-i İmrân 139; Mutaffifîn 18-19), “eşref-i mahlûkât” olarak (İsrâ, 70), “ahsen-i takvîm” üzere yaratılan (Tîn, 4), “mükerrem” (İsrâ, 70) bir varlıktır.
Fakat nefsinin esîri olduğu zaman, “esfel-i sâfilîn”e (Tîn 5) yuvarlanmaya, hayvanlardan aşağı bir derekeye düşmeye mahkûm (A’râf 179;  Furkân 44) bir yaratıktır.
Demek ki insanoğlu, ne melekler gibi sırf “nûrânî” bir varlık, ne de hayvanlar gibi sadece bir “maddî” varlıktır. İnsan, meleklerden üstün seviyeye çıkabilen, kendisine, muhtaç olduğu bütün nimetler ihsân edilen (Lokman 20; Nahil 18), âhirette bunlardan hesaba çekilecek olan (Tekâsür 8), belli bir yaratılış gâyesiyle bu dünyaya gönderilen, yani “Allahü teâlâyı tanımak, ibâdet etmek ve güzel işler yapmakla mükellef  (Zâriyât 56; Mülk 2)  bir kuldur.
Malumdur ki maddî yönden çok ilerlemiş bulunan çağımızın, maalesef manevî yönden iflâs etmiş olduğu açık-seçik ortadadır. Beşeriyetin, insana kıymet vermeyi İslâmiyet’ten öğrendiği dost-düşman herkesçe bilinmektedir. Nitekim Marcel A. Boisard isimli bir Fransız, “L’Humanisma de l’Islam” adlı eserinde; “...Târihte ilk defa insana sosyal (ictimâî), rûhî, siyâsî, ahlâkî ve hukûkî değerlerini en iyi şekilde veren, bu anlayışla büyük bir medeniyet ve eşsiz bir kültür meydana getiren İslâmdır...” demektedir.
İki cihân saâdetine kavuşmak, ancak ve yalnız, dünya ve âhıretin Efendisi olan Muhammed aleyhisselâma tâbi olmaya bağlıdır. Ona tâbi olmak demek, îmân etmek ve onun getirdiği ahkâm-ı İslâmiyyeyi öğrenmek ve yapmak demektir... 
İslâm âlimleri, insanların yaratılış gâyeleri hakkında buyuruyorlar ki: Mukaddes kitâbımız Kur'ân-ı kerîmde de (Zâriyât 56) belirtildiği üzere, insanlar ve cinnîler, Allahü teâlâya ibâdet, kulluk etmek için yaratılmışlardır. Seâdet-i ebediyeye, sonsuz saâdete kavuşmak için yaratılış gâyesine dikkat etmelidir. Akıllı olan kimse, Rabbine karşı kulluk vazîfesini, insanlara karşı da insanlık görevlerini hakkıyla yapar...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.