Cihâd ve Emr-i Ma’rûf...

A -
A +
İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyurdu ki: “Cihâddan maksad, İslâm dînini yüceltmek ve dîn düşmânlarını zelîl etmektir..."
 
Büyük âlim İmâm-ı Gazâlî’nin (rahimehüllah), hem “İhyâu Ulûmid-dîn” hem de “Kimyây-ı Seâdet” isimli eserlerinde zikrettiğine göre, Sevgili Peygamberimiz, bir hadîs-i şerîfinde buyurmuştur ki:
“Bütün ibâdetlere verilen sevap, Allah yolunda gazâya (cihâda) verilen sevâba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Gazânın (cihâdın) sevâbı da, emr-i ma'rûf ve nehy-i anil-münker sevâbı yanında, denize nazaran bir damla su gibidir.”
Peki bunlar arasında ne fark vardır? Şimdi bu tabîrleri, kısa kısa bir tarîf edelim:
“Cihâd (Gazâ)”: “İnsanların, İslâmiyeti işitmeleri ve Müslümân olmakla şereflenmelerine mâni olan veya Müslümânların dînine, vatanına ve nâmûsuna saldıran düşmânı defetmek için yapılan muhârebe yâhut mâl, cân, söz, neşriyât ve diğer vâsıtalarla İslâmiyeti anlatmak ve müdâfaa etmek” demektir. Cihâdla ilgili birçok âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf bulunduğu gibi, pekçok İslâm âliminin kıymetli sözleri de vardır.
Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde bir âyet-i kerîmede buyuruyor ki (meâlen):
“Mâllarını, cânlarını fedâ ederek dîn düşmânları ile Allah rızâsı için cihâd eden Müslümânlar, oturup, ibâdet edenlerden daha üstündür. Hepsine de, Cennet'i söz veriyorum.” (Nisâ, 95)
Bir hadîs-i şerîfte de buyurulmuştur ki: “Allah yolunda cihâd eden kimselerin hâli, gündüzleri oruçlu olup, gecelerini ibâdetle geçiren, Allahü teâlânın âyetlerine itâat eden, namaz ve oruçtan dolayı hiçbir gevşeklik hissetmeyen kimsenin hâli gibidir ki, yine Allah yolunda cihâd eden üstündür.” (Terğîbül-İbâd)
Büyük âlim ve velîlerden İmâm-ı Rabbânî (kuddise sirruh) buyurmuştur ki:
“Cihâddan maksad, İslâm dînini yüceltmek ve dîn düşmânlarını zelîl etmektir. Cihâdda şehîd ve gâzîler için bildirilen sevaplar, niyet iyi ve hâlis oluncadır.”
Yine büyük âlimlerden Muhammed Hâdimî ve İmâm-ı Birgivî (rahmetullahi aleyhimâ) buyurmuşlardır ki:
“Cihâd üç türlü yapılır: Birincisi beden ile yâni her türlü harp vâsıtası ile yapmaktır. İkincisi, her türlü neşriyât (basın ve yayın) vâsıtaları ile İslâmiyet'i insanlara yaymak ve duyurmaktır. Bu cihâdı İslâm âlimleri yaparlar. Üçüncüsü ise, duâ ile yapılan cihâddır. Bütün Müslümânların bu cihâdı yapmaları farz-ı ayndır.”
Bir de “Cihâd-ı Ekber” terimi vardır ki, “en büyük cihâd; nefsin, insan tabîatının, bedeninin kötü isteklerini yerine getirmemek için yapılan mücâdele” demektir. Bu konuda, İmâm-ı Rabbânî’nin, “Mektûbât”ında zikrettiği bir hadîs-i şerifte de, “Küçük cihâddan cihâd-ı ekbere (en büyük cihâda) döndük” buyurulmaktadır.
Başlıkta geçen 2. terimimiz, “Emr-i Ma'rûf”tur ki, “Dînde emredilen şeyleri öğretmek, yaptırmak” manasındadır.
Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
“Ey mü'min kullarım! Emrettiğim işleri, ibâdetleri yapar ve emr-i ma'rûf ve nehy-i münker eder iseniz, (günâhlardan, kötülüklerden alıkorsanız) başkalarının yoldan çıkması size zarar vermez.” (Mâide, 108)
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.