4 temel dînî delîl hakkında...

A -
A +
"Hadîs-i şerîfler, Kur'ân-ı kerîmin tefsîri, İslâm âlimlerinin sözleri de hadîs-i şerîflerin açıklamalarıdır."
 
 
Dünkü makâlemizde, edille-i şer’iyyeden bahsetmeye başlamıştık. Önce 1. delil olan “Kitâb”dan kısaca bahsettik. Orada, Kur’ân-ı kerîmi doğru bir şekilde anlamanın yollarından ilk 3 maddeyi zikrettik.
Konunun açıklaması, diğer âyet-i kerîmelerde ve hadîs-i şerîflerde yoksa, Sahâbe-i kirâmın sözlerinde de bulunamazsa, o zaman Mücâhid İbn Cebr, Saîd İbn Cübeyr, İkrime, Atâ İbn Ebî Rebâh, el-Hasanü'l-Basrî, Mesrûk İbnü'l-Ecda, Saîd İbnü'l-Müseyyeb gibi bu sâhanın mütehassısları/uzmanları olan Tâbiînin büyüklerinin söylediklerine mürâcaat edilir.
Bu ümmetin en büyük âlimlerinden olan İmâm-ı Şâfiî (rahmetullahi aleyh) ne güzel söylemiştir: "Hadîs-i şerîfler, Kur'ân-ı kerîmin tefsîri, İslâm âlimlerinin sözleri de hadîs-i şerîflerin açıklamalarıdır."
Biz, mukaddes kitâbımızı ve şerefli Peygamberimizi doğru bir şekilde anlamak için, sık sık muteber tefsîrlere ve muteber hadîs-i şerîf şerhlerine mürâcaat ediyoruz. [El-hamdü lillah ki, benim şahsî Kütüphânemde 60 çeşit tefsîr var.]
b) Dînimizin 2. temel delîli Sünnettir:
Sevgili Peygamberimizin sözleri (hadîs-i şerîfleri), fiilleri (işleri) ve takrîrleri (görüp de bir şey demedikleri husûslar) mânâsına olan bir terimdir.
"Sünnet" kelimesinin dînimizde üç mânâsı vardır:
"Kitâb ve sünnet" birlikte söylenince; Kitâb, Kur'ân-ı kerîm, sünnet de, hadîs-i şerîfler demektir.
"Farz ve Sünnet" denilince; farz, Allahü teâlânın emirleri, sünnet ise Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) sünneti yâni emirleri demektir.
"Sünnet" kelimesi yalnız olarak söylenince, "Şerî'at yâni bütün ahkâm-ı İslâmiyye (İslâmiyet'teki emirler ve yasaklar)" demektir.
c) İcmâ-ı Ümmet:
1. Edille-i şer'iyyenin (dîn bilgilerinin elde edildiği delîllerin, kaynakların) üçüncüsüdür. Bir asırda yaşayan "Müctehid" denilen derin âlimlerin bir mes'elenin hükmünde birleşmeleri, ictihâdlarının birbirine uygun olmasıdır.
Seyyid Allâme İbn-i Âbidîn (rahimehullah) buyurmuştur ki:
"Hicrî dördüncü asırdan sonra, mutlak müctehid yetişmediği için, icmâ' da kalmamıştır. Bu sebeble, icmâ' denilince, Eshâb-ı kirâm'ın (Peygamber Efendimizin Arkadaşlarının), Tâbiîn'in (Eshâb-ı kirâmı gören büyüklerin) ve Tebe-i Tâbiîn'in (Tâbiîn'i görenlerin) icmâ'ı anlaşılır."
"Bir şeyi, Eshâb-ı kirâm icmâ' ile bildirmediler ise, Tâbiîn'in söz birliği bu şey için icmâ' olur. Tâbiîn de bu şeyi icmâ' ile bildirmedilerse, Tebe-i Tâbiînin söz birliği bu şey için icmâ' olur. Çünkü bu üç asrın âlimleri yâni müctehidleri hadîs-i şerîf ile övülmüşlerdir. Bunlara "Selef-i sâlihîn" denilir." (İbn-i Âbidîn)
"Dînde zarûrî olan yâni âlim ve câhil herkesin bildiği icmâ' bilgilerine inanmayan kimsenin îmânı gider." (İbn-i Âbidîn)
2. Beş vakit namazın farz oluşu, zinânın harâm oluşu gibi ictihâd lâzım olmayan ve dînde açıkça bildirilen şeyleri âlim olan, olmayan her Müslümânın bilmesi, böyle olduklarında söz birliği yapmaları da icmâ anlamında kullanılmaktadır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.