Geldiği günden beri Numan'ın üzerine tir tir titrerdi âdeta...

A -
A +
Fadıl Hoca; yarı meczup gibiydi. Tek derdi; Numan’ı layık olduğu dereceye yükseltmekti...
 
 
Müderris Efendi âdeta dertleşiyordu Çubuk Çayı ile:
- Ben meczup gibiyim! Anlayacağın hastayım! Ne derdimi biliyorum, ne de dermanımı!
- Çubuk Çayı olarak; dilimden anlayanlara bunu asırlardır böyle anlatır dururum. Tabii ki anlayana. Beni anlarsın diye diyeceklerimi deyiverdim.
- Sen deyiverdin de; ben vazifemi tam yapacak mıyım bilemiyorum ki?
- Azim, gayret! Ahiret derdi varsa amenna! Yoksa yok!
- Sen akıverdin de; ben ona ayak uydurabilecek miyim?
- O da ayrı bir kabiliyet!
- Beş vakit senden abdest aldı, susayınca hararetini dindirdi ama bakalım benden ne alacak? Doğrusu sen ona serin sularını, çimenlik kıyılarını verdin, ya ben? Benim ona verebileceğim neyim var ki?
- Kuvvetin kadar ilmini, kalbini ver!
- Ahh! Ah!
- !!!
              ***
İşte bu okumuş adam, Karamedrese’nin Kara Müderrisi Fadıl Hocaefendi; bugün ne yapacağını bilmiyor, sanki ağır bir hummaya tutulmuş da haberi yokmuş gibi dolaşıp duruyordu Çubuk Çayı kıyısında. Kuvvetli muhayyilesinde olan hasar ve tahribata karşı diğer uzuvları, derin hisleri harekete geçemiyor. Onun, teneşirdeki meyyit gibi, ölü gibi hareketsiz oluşu, şeytana cesaret mi veriyordu, yoksa korku mu? Olup bitenleri tam anlayamıyordu! Onu tamamen tuzağa düşürmek, kalbini kırmak, imanını ortadan kaldırmak, fikrini çelip paramparça etmek, bütün şahsiyetini, ebedi saadetini yok etmek için saldırmak isteyen irili ufaklı düşmanlarına cesaret veriyordu bu melun. İşte bitler-pireler, akrepler, yılanlar-çıyanlar gibi haşerat ve itler, kurtlar, çakallar gibi yırtıcılar etrafını sarmış, tepesine üşüşmüşler, tahrip etmeye, külliyen yok etmeye çalışıyorlar.
Numan; bu kadar iç ve dış düşmanlara karşı bir kale gibi hocasının önüne dikiliyor kötülere, kötülüklerine set çekiyordu.
“Hayat; hesapla değil, nasiple yaşanıyor” diye söylenerek Çubuk Çayı’na öyle bir baktı ki Fadıl Hoca; gören ne demek istediğini çok iyi anlardı...
                                              ***
            KARAMEDRESE’DEN ALACAĞINI ALDI…
Fadıl Hoca; yarı meczup gibiydi. Tek derdi; Numan’ı layık olduğu dereceye yükseltmek, onu ziyan etmemekti. Ankara’da Karamedrese’ye yazıldığı günden beri üzerine tir tir titrerdi âdeta.
Dersin birinde Numan kendi kendine “Hiç anlayamıyorum! Hiç anlamıyorum!” deyip duruyordu. Fadıl Hoca; “Eyvah Numan yine bir şey demek istiyor ama ne acaba?” diyerek yanına yaklaştı:
- Hayırdır Numan! İyi anlatamıyor muyum dersi?
- Estağfirullah efendim!
- İkide bir niçin “anlamıyorum” deyip duruyorsun!
- Şu insanoğlunu hiç anlayamıyorum, demek istiyorum efendim!
- Nesini anlamıyorsunuz bu insanların?
- Hem “Allahü teâlâyı seviyorum” diyorlar, hem de O’na isyan ediyorlar. Bunu anlayamıyorum efendim! Bu nasıl sevgidir?
- !!! DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.