Kurtuluş yeri, hocası belli olmuş, vakti gelmişti artık

A -
A +
Anlatılması kelimelerle olmayacak kadar karmaşık bir ruh hâli içindeydi.
 
Zülküf geri dönmek istemiyordu:
- Boş ver; sen kendi yoluna, ben de benim yoluma!
- Hadi hakkını helâl et öyleyse!
- Ettim.
- !!!
Zülküf, Akşemseddin’i caydırmak için ne kadar Hacı Bayram Veli hazretlerini çocukluk arkadaşı Numan’ı kötülediyse de onu fikrinden vazgeçiremedi. İki yol arkadaşı helâlleşti, kucaklaşıp ayrıldılar.
Ayrıldılar ama Zülküf boş durmayacaktı. Onun akla ziyan fena düşünceleri vardı.
“Bunların alayı böyle! Kendilerini beğenmişler ve çok şımarıklar! Önce Numan denilen medreselinin şişini almalıyım, sonra da Hacı macı her kim varsa...”
       ***
Akşemseddin Hazretleri, geri çağrılmanın heyecanı ve sevinciyle garip bir tedirginlik de yaşıyordu. Anlatılması kelimelerle olmayacak kadar karmaşık bir ruh hâli içindeydi.
İnsanoğlunun dertsiz başı olmazmış meğer. Hayatın en büyük hakikati, kaçınılmaz tarafıydı bu acı veren dertler, belâlar, musibetler. “Bir musibet bin nasihatten evladır” sözü boşuna söylenmemişti her hâlde. Gelen sıkıntıları nimet bilebilmek ise ayrı bir kalp terbiyesinden geçmek demekti.
Sabah olur olmaz iki kül rengi bulutun arasından sızan kızıl güneşi ardına alarak yürüdü… Soğuğun sıcağa döndüğü vaktin, huzuru okunurdu gül yüzünde… Rutubetli toprak kokusunu çekerek içine; çiy düşmüş çimenleri çiğnemeden yol aldı bir bir… Pembe, mor gül yaprakları efil efil koku saçıyordu etrafa… Hafif sendeleyerek yürümek; “dünün yorgunluğu” diye düşünen Akşemseddin; salına salına, yolu kısaltmak için bir patikadan aşağıya süzüldü… Belki de bu hayatının en mesut zamanıydı; hatadan dönme vakti, mânevî işaretlerdi mutlaka… Varoluş sebebinin hikmeti; kabahatlerden pişman olup dönmekte saklıydı belki de… Tövbe etmek bunun için pek övülmüştü.
Güneşin hafiften tenini yakmaya başlamış olması; epey yol aldığını gösterse de o; yorgunluk nedir hissetmiyordu bile… Yüzünde oluşan ter damlalarını silerken elinin tersiyle; bulunduğu yerde, onu bekleyen mânevî ziyafetin büyüklüğünü düşündü sadece. O keyifle daha bir hızlandı. Ondan daha bahtiyar olanı var mıydı bu dünyada? Çünkü çağrılmıştı. Talebeliğe yeniden kabul edilmişti. O sevinmesin de kim sevinsindi!
Kurtuluş yeri, hocası belli olmuş, vakti gelmişti artık… Usulca yerine geçer; dersini alır; koyulursun seni en kestirmeden ebedî saadete ulaştıracak olana… Yolun sonunda, uçsuz bucaksız maviliğin gökyüzüyle birleştiği, bitmek nedir bilmeyen ufuk görünürdü daima ve apaçık…
Bütün kuvvetini toplayıp adımlarını daha da sıklaştırdı… Bir an önce; yolculuk esnasında güneşte kavrulmuş bedeninin ve kalbinin acısını dindirmek istiyordu. Utanmasaydı eğer, yoluna, uğruna yapamayacağının olmadığını haykıracaktı Akşemseddin.
 
Hasretin gönlümde artık bir âteşten perdedir,
Görmüyor pek gözlerim canlar, cananlar nerdedir?
Çok değil aşkınla mahzûn hem perîşân olduğum,
Âşikâr gönlüm; senin vâr olduğun her yerdedir...
 
Derinden gelen gül kokularını, rüzgârın zümrüt yapraklarla amansız mücadelesinin ritmik sesini duyuyordu şimdilik… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.