"İbrahim! Ara, araştır! Hakkı hakikati bul öğren, öğret!..”

A -
A +
“Hocam himmet! Hocam beni bırakma! Canım efendim!..” 
 
           DAĞLARDA GEZEN…
İçinde dayanılmaz bir istek vardı bugünlerde; yükseklere çıkmak, uçsuz bucaksız bozkırlara, yeşil ovalara, kıvrım kıvrım akan derelere, çaylara, uzayıp giden çayırlara, birbiri ardınca sıralanan tepelere, şırıl şırıl akan pınarlara, toprak damlı konaklara dağlardan bakmak isteği; bütün dimağını kaplamıştı… Maksat; belki de düzlükte, sığlıkta sıkılan canını biraz olsun dinlendirmek, hem bedenini hem de ruhunu ferahlandırmaktı. Ruhun sükûneti, huzuru bir insan için en büyük saadetti…
Zirveye çıkmak için pek gayret gösterdi. “Okumak da böyle bir şey galiba” dedi. İstediği yerlere gelebilmek, insanlığa hizmet edebilmek ve ebedî saadeti kazanabilmek için fedakârlığın şart olduğunu pekâlâ anlamıştı. Tırmandığı yerin zorluğu ortadaydı. Tepeye çıkar çıkmaz elleri aşağı iniverdi birden. Fena yorulmuştu. Derin derin nefes alıp verdi, biraz olsun soluklandı. Avucunun içi kan karışımı terdi. Bütün bedeni sırılsıklam olduğu hâlde hemen kuruyuvermişti. Kuzucukları, buraya kadar onu yalnız bırakmamıştı, peşi sıra takip etmiş ve bu kayaların dibinden daha ileri gidememişlerdi. Sanki lisan-ı hâl ile; “bizden bu kadar, yukarısı bizi aşar” demiş gibi önce sessiz dikilip çobanlarına bakmış, sonra da meleyerek daha düz bir yere doğru çekilip otlamaya başlamışlardı. Kır arkadaşı kuzucukları arkasını dönüp gitmeseydi, etrafına bakmayı dahi akıl etmeyecek hâldeydi İbrahim.
İbrahim Hakkı, zirveden aşağı bakınca; üst üste hocasının ismini söyledi: “Hocam himmet! Hocam beni bırakma! Hocam İsmail Fakirullah hazretleri! Canım efendim!” Ses karşı dağlarda yankılandı. Kuzucuklar da ona dönüp baktı, sonra da otlamayı tercih ettiler.
“Muhterem hocam! Yerin altındakilerini, üstündekilerini de pek merak etmiyor değilim, ilk maksadım gökte, yükseklerde, dağların en tepesinde neler var, neler olup bitmiş, ne alınmış, ne konmuş, buralarda bilemediğimiz daha neler neler dönüyor? Bir bir seyretmek, olup bitenlere şahid olmak istiyorum!” diye büyük düşünüyordu, küçük İbrahim Hakkı.
Sanki onun suallerine cevapmış gibi bir ses: “Unutma İbrahim! Devam et! Ara, araştır! Hakkı, hakikati bul öğren, öğret!” diye ta kalbine hitap ediyordu: “Aradığın daha yükseklerde! Olduğun yerden göremezsin! Çok yükseklerden bakman lazım, gel, tam buradan, bu tepenin en zirvesinden bak Tillo vadisine!..”
Yeni açmış ters lâleler, gümüş çağlayanlar, ince ve derin dereler; hayvanata ev olmuş kayalıklar, çalılıklar... Börtü-böceklere yorgan olmuş yeşillikler… Bu sayısız nimetlerin bir hikmeti olmaz mıydı? Peş peşe sıralı kervan misali yürüyen dağların her gözesinden sayısız Botan Çayı kaynıyor; dallarını sulara eğmiş salkım söğütlerden geçilmiyordu. Söğüt, söğüt olalı boynunu bükmüş de, insan nasıl başkaldırabiliyor ki Mevlâsına? DEVAMI YARIN
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.